Geçen hafta, gözüme bir haber çarptı.
Antalya’da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret eden, bir Alman diş tabibinin dâvâsı imiş bu.
Normal olarak, kimsenin kimseye hakaret etmeye hakkı yoktur. Hele bir de bu, yabancı birisi olunca, milletin damarına dokunmuş tabiî. Elbette hakaret, dediğimiz gibi, tasvip edilecek bir şey değil.
Bunu yazmaya oturunca, habere bir daha bakayım dedim. Ooo… Antalya’da Erdoğan’a, bir değil birden çok hakaret dâvâsı var ve diğerleri de TC vatandaşı. Tabiî, bu arada, bu işin dozu da kaçırılıp “kaşının altında gözü var” diyenler de hakaret suçlamasıyla muhakeme ediliyor mu? Bilmem.
Yer Antalya, bir de devlet büyüklerine hakaret dâvâsı olunca, aklıma seneler evvel yine bir başka devlet büyüğü, Süleyman Demirel’e hakaret dâvâsı aklıma geldi. Hadisenin şâhidi ve Demirel’in de avukatı olan eski bakanlardan Yaşar Topçu ile Yeni Asya Ankara büromuzdan Cevher İlhan ve Mehmet Kara’nın yaptıkları bir röportajda, Topçu’ya bu hadiseyi sormaları üzerine, onun anlattıkları şu satırları okuyalım.
“Rahmetli Demirel’in avukatı olarak şâhidim; kendisine yapılan galiz sözleri, hakaretleri veya basında çıkan kendisiyle ilgili yazıları hep hoşgörüyle karşılardı. Burada bir hâtıra anlatmak isterim:
“1979 tarihinde rahmetli Demirel Başbakan idi. Antalya’nın deniz sahilindeki küçük bir ilçesinde vatandaşın biri, bir kahvehanenin ortasında rahmetli Demirel’e açıkça sövüp saymış. Başbakan olduğu için o zamanki Cezâ Kanunu’na göre, savcı re’sen soruşturma başlatmış. Buna hukukta, ‘madde-î mahsusa suretiyle hakaret’ deriz. Ağır hakaret olduğu için tâkibat açmış, adamı suçüstü haliyle yakalamış içeri attırmış.
“Aylardan Temmuz ayıydı. Sürekli genel merkeze her çeşit bilgiler geliyordu. Rahmetli Demirel her sabah gerek Başbakanlık, gerek de Genel Merkez’e geldiğinde ilk beni çağırır, dâvâlarla ilgili gelişmeleri sorardı. Çünkü dâvâlardan çok canı yanmış. İlk önce bunları öğrenir, işlerine sâlimen başlamak isterdi.
“O gün partide Özel Kalem Müdürü Talat Bey Demirel’in beni çağırdığını iletti, gittim. ‘Önemli bir şey var mı?’ diye sordu. Ben de ‘Önemli bir şey değil, ama sadece bilgi arz etmek istiyorum. Antalya’nın bir ilçesinde vatandaşın birisi kahvehanede size hakarette bulunmuş, ağır-galiz sözler söylemiş. Vatandaşı tutuklamışlar. Mahkeme “şikâyetçi misiniz?” diye soruyor’ diye durumu kendisine açtım.
“Demirel, ‘Bu hâkim ve savcı arkadaşlar da bazen kantarın topuzunu kaçırıyorlar. “Başbakan’a hakaret etti” diye bir vatandaş tutuklanır mı? Biz burada oturuyoruz, haberimiz olmuyor. Yaptığımız uygulamalarla kim bilir adamı nasıl bunalttık ki, canını sıkmışız ki bize galiz küfürler etmiş’ dedi. Ve bana dönerek, ‘Hemen Antalya’ya, o ilçeye git ve o vatandaşı hapisten çıkar, tahliye et gel. Sevaba girersin. Durup dururken bir ülkenin vatandaşı Başbakanına sövmez. Yaptığımız işlerle kim bilir adamın ne kadar canını sıkmışız, nasıl bunaltmışız ki adam sövmüş!’ dedi.
“Arabamla -eşimi de alarak- Antalya’ya gittim. Mahkemeye gidip Asliye Ceza Hâkimine, dâvâya müdahale kabulünü rica ettim; “Sanığın tahliyesini talep ediyoruz. Müvekkilim Başbakan Demirel bana, bir ülkenin vatandaşı Başbakanına sövmez. Biz kim bilir adamı ne kadar bunalttık ki, küfretti dedi’ dedim. Hâkim şaşırdı, duruşmaya ara verdi.
“Cübbe ile bekliyorum, beni özel görüşmeye çağırdılar, savcı da içerdeydi. Hâkim, ‘Kusura bakmayın, bu Demirel nasıl bir adam? Gazeteler tamamen tersini yazıyor. Bu kadar hoşgörülü, geniş gönüllü insanı biz ne kadar yanlış, tanımışız’ diye hayıflandı.
“Duruşmaya çıktık. Sanığın tahliyesine karar verildi. Hâkim sanığa dönerek, ‘Demirel yok, ama avukatı var, elini öp’ dedi. Sanık, ‘Hâkim Bey, bu bana hayatımın en ağır cezâsı. Avukatını beni tahliye için gönderen bir insana dilim kopaydı da böyle bir adama hakaret etmeseydim. Eli ne kelime, ayağını öpeceğim’ diye pişmanlığını tekrarladı…”
Evet, devlet adamlarının hakarete uğramaları, her zaman vukuu bulmuştur. İşte, bu da onlardan biri…