İnsan kâinat ağacının hem çekirdeği hem de meyvesidir. Küçük bir incir çekirdeğinden koca bir ağaç çıktığı gibi bu kâinat ağacının meyvesi ve çekirdeği olan insan da kâinattaki bütün ilimleri ve hakikatleri anlayacak bir kabiliyette yaratılmış, cihazat ve bilgilerle donatılmıştır.
Aklın mertebelerine göre ilmin de mertebeleri vardır. Bir bahçeye giren adam en üsteki meyveleri toplayamazsa, bahçeden meyve almadan bırakıp çıkması akıllı bir iş değildir, alt dallarda veya yere düşen meyvelerde vardır, onlardan faydalanmalıdır.
Kur’ân, bu kâinat kitabının çekirdeğidir. Bu kâinat, Kur’ân kitabının bir kısmının açılımıdır, diğer kısmı ise Cennet ve Cehennemdir. Sonsuz Nur olan Allah, Rahimiyet tecellisi ile ilmindeki bilgileri yaratmak irade ettiği zaman Kudreti ile sonsuz çeşitli rahmet tecellileri olan şeyler yaratılıyor. İşte bu dünyada yaratılan şeyler, Cennetteki Allah’ın isimlerinin yansıması, gölgesi, belki gölgelerinin gölgesidir. Bilgisayara takılan küçük bir bellek açıldığında, içerisinden pek çok bilgiler meydana çıkmaktadır. İşte Allah, insanın, Kur’ân ve bu kâinat kitabını birlikte açması için, kafasına mükemmel hafıza (bellek) yerleştirilmiştir. Nasıl ki bu kâinat kitabının anlaşılması için çeşitli fen ilminin dalları teşekkül etti ve teşekkül etmeye devam etmektedir. İnsanın tekâmülüne paralel olarak ilimlerde tekâmül ediyor. Zaman ilerleyince Kur’ân gençleşiyor, bir sonraki nesil bir önceki nesilden Kur’ân’ı ve kâinat kitabını daha iyi anlıyor. Bunun için Risale-i Nur diğer tefsirlerden daha mükemmeldir, çünkü bu zamanın ihtiyacını karşılamaktadır. Aynı şekilde, Kur’ân’ı anlamak içinde çeşitli ilimlere ve bunların tekemmülüne ihtiyaç vardır (mükemmel bir Arapça, belâgat, mantık ve fen ilimleri gibi). Hem nasıl ki bir insan bu kâinata ait bütün fenleri tek başına bilemezse, aynı şekilde de bir insan Kur’ân’ı tek başına anlayamaz. İnsan nev’î küllî olarak, akıl, his ve duygularının gelişmesine paralel olarak fen ilimlerindeki gelişmeyle birlikte, bu kâinat ve Kur’ân kitabını birlikte, ancak az bir kısmını anlayabilir. Allah’ı anlamak içinde Hz. Muhammed (asm) ile birlikte bu iki kitabı beraber okumak lâzımdır.
Her şey kendisi için yaratılan Hz. Muhammed (asm) gibi bir peygamber bile, küllî olarak bu kitaplardan Allah’ı, vahdaniyet tecellisi ile değil de, daha küçük çapta, ehadiyet tecellisi ile görüp konuşuyor. İnsan ne kadar mükemmel bile olsa, sonsuz olan Allah’ı tamamen kavrayamıyor ve Mi’rac’da Bediüzzaman’ın ifadesi ile Allah ile küllî ve geniş olarak vahdaniyet tecellisi değil de çok küçük olan ehadiyet tecellisi ile görüştü ve konuştu diyor. Yani teşbihte hata olmaz, güneşi göremedi ve onun ehadiyet tecellisi dediğimiz cam parçasında ve su zerresindeki güneşin tecellisini tamamen anlayabildi. Bütün insanlık bir akıl olsa bile O’nun anladığı o küçük tecelliyi bile (Vahidiyete nazaran küçük olan ehadiyet tecellisi) anlaması mümkün değildir.
Bu kadar mükemmel olan insan bu basit fen bilimlerini anlayamıyorsa demek ki yanlış öğretiliyor. Yeni doğan çocuğa et, ekmek gibi hazmedilmesi zor şeyler verilmez. Çocuk için hazmı en kolay olan süttür. Onun için Bediüzzaman Lemaat’ta mealen, âlim koyun gibi olmalı, koyun yavrusuna hazmı kolay olan süt verdiği gibi âlimde ilmini anlaşılır şekilde vermeli der. İnsanın kafasındaki ilim öğrenme merkezleri farklı ve iç içe girmiş durumdadır. Her bir merkez çıkardığı hükümler birbirinden farklıdır. İnsan önce hayal kurar. İnsan ne kadar büyük hayal kurarsa o kadar büyük insandır. Büyük icat ve keşifler hep geniş hayallerin ürünüdür. Bir insan köye muhtar olmayı hayal eder, diğeri kâinatı idare etmeyi. Biri tarla sürmeyi, diğeri 20 milyar ışık yılı uzaklıkta neyin olduğunu düşünür hayal eder. İnsan önce hayal kurar, bu tahayyüldür. Sonra da çizgi filmler gibi hayal kurduğu şeyin hayali fotoğraflarını çeker bu tasavvurdur. Sonra hayal ettiği şeyin doğru olup olmadığını düşünür, bu da taakkuldür. Doğru olduğuna karar verirse bunu onaylar yani tasdik eder. Bu tasdik ettiği şeye tam güvenirse ve ondan emin olursa buna izan denir. Bu işe tam kanaat getirirse o zaman o şeyin herkesin bilmesini isterse bunu yayar herkese anlatır, bir ressamın resim sergisi açması ve takdir edilmek istemesi gibi, buna iltizam denir. Eminse bu bilgiye kalbine yerleştirir. Bediüzzaman, “aklın nuru kalpten gelir”1 der, anlayanlara duyurur. İnsanın inandığı şey hakkında delilleri çoksa bu itikattır, delil yoksa iltizam olarak kalır taassup yolu buradan açılır. Şeriatta iyi ve olumlu hayaller kurmanın mükâfatı vardır, fakat çirkin görülmesine rağmen, istemeden kurulan olumsuz hayallerin cezası yoktur. Bu kâinat kitabının büyük ve Kur’ân’ın çok derin mânâlar ihtiva etmesinin sebebi, bu kadar büyük mükemmellikleri bu küçücük insanın anlayabilecek kabiliyette çok büyük bir san’at eseri olarak yaratıldığını, bütün mahlûkatına göstermek ve kendi büyüklüğünü anlatmak istemesi içindir.
Dipnot: 1- Sözler, 1148-1149 arası özet.