İngiliz sömürge bakanı Gladstone: “Bu Kur’an, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’an’ı onların elinden kaldırmalıyız yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız.”1 demişti.
Evet, 20 sene kadar sonra, 3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla, yasaklanmasının alt yapısı hazırlanan ve 1 Kasım 1928’de de harfleri yasaklanan Kur’ân, böylece (geçici olarak) elimizden alınmış oldu.
Bir dönem kimse açıktan Kur’ân okuyamadı. Hurufu da gidince yeni nesil neredeyse Kur’ân’a yabanî kaldı.
Ancak, derdi yaratan Allah dermanı da göndermişti. Kâinatın Efendisinin (asm): “İ’caz-ı Kur’ân’ı beyan et” emriyle vazife başına geçen Bediüzzaman: “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!”2 diyerek, Risale-i Nurlar ile hem Kur’ân’ı geri aldı, hem de ona yapılan hücumları durdurdu.
Latin alfabesiyle okunuşuna da itibar etmeyerek, Kur’ân harflerini muhafaza etti. Böylelikle Anadolu’yu Kur’ân dershanesine çevirdiği gibi, kendisinin o hakikatleri ilân ve ispatı dünyanın 60-70 diline çevrildi.
AHİR ZAMAN
Ahirzaman’ı dehşetli yapan, insanları Allah’sız ve dinsiz yapmasıdır. Yoksa dünyevî hayatın meçhul birkaç senesine kast etmek değildir. Belki milyonlar sene ebedî hayatın mahvına sebep olmasıdır. Bu sebeple;
Deccalizm Firavunların, Nemrutların hem en sonuncusunu hem de bileşkesini ifade etmesi bakımından dehşetin ete kemiğe bürünmüş halidir. Yani başındaki, şahıs olsa da bir tüzel kişiliği ifade eder ve şahs-ı manevîye istinad eder.
İki bin senedir insanlıktan intikam almak için siperde bekleyen o millet! dinsizlik adına figür bulmakta zorlanmazlar. Dün Hıristiyan veya Müslüman doğan, kendileri bile “o adam” olduklarını ilk başta anlamayan o dehşetli şahısların vekilleri her zaman bulunabilir. Demek, tahribatları kısa bir zamanla da mukayyed değildir.
İşte o milletin mühim âmillerinden olan Gladstone ne demişti? “Kur’an’ı ellerinden almak veya soğutmak...”
Birincisi gerçekleşti, ancak Kur’ân’ı geri aldık. Fakat soğutma çok ağır. Birincisinde mesuliyet yarı fetrete takıldı, fakat Kur’ân elimizdeyken ondan soğumamız ağır vebal.
Birincisinde harpten çıkmış bir millet açlığın derdine düşmüştü ki; çok şeye itiraz bile edemezken, Kur’ân’a gizli de olsa sahip çıkmıştı.
Fakat ikincisinde her şey serbest ve elimizin altında Kur’ân’ın sayısız baskısı varken, hatta çok mukabele dinliyor ve okuyorken, onun hükümleriyle bağımız kalmadı. 20 senede yetişen nesilde tamamen başka bir dünyada, Kur’ân’dan ve dinden soğuk, Kur’an’a mesafeli, hatta kitapsız bir inanç, yani deizm seçildi, ateistlik ise cabası. Buna sebep, şahıslardan âzâde olarak; Bediüzzaman’ın ısrarla ikaz ettiği din adına siyaset.
Ne hayallerle iktidara getirilip ve avamın umudu olanların suret-i haktan görünüp insanları aldatmalarıyla onların her icraatı ‘din’ zannedildi. Onlara destek veren dindarların da değerleri kaybolup; zulme, hırsızlığa, cinayetlere ve her türlü melanete ses çıkarmayarak üstüne canhıraşâne müdafaa edince bunlara bakan toplum da pusulasını yitirdi. Bakın, daha 1930’larda Bediüzzaman ne diyor: “Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki; kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır.”3
Başka söze hâcet var mı?
Dipnotlar:
1. Tarihçe-i Hayat
2. a.g.e
3. Lem’alar