Toplum da, tıpkı fert gibidir. Üzülür, sevinir, gururlanır, ezilir, inişler ve çıkışlar yaşar.
Bazen çatışır, bazen uzlaşır. Kendine kızar ve barışır, hatalarını görür, affeder ve yoluna devam eder. Kendiyle hesaplaşmalarının neticesinde, yine kendini toparlar bir ümit ışığı yakalar ve hayatını sürdürür. Fakat bir duygu var ki, hem ferdi hem de toplumu felç eder. Bu öldürücü duygu, bireyin yaşama gücünü elinden aldığı gibi toplumun da hayat enerjisini sömürür, depresyona iter. Bu duygu, yeistir.
Tekrar başarmaya, tekrar devam etmeye, tekrar yürümeye, tekrar birleşmeye olan meyil bir bireyi ayakta tuttuğu gibi bir toplumu da hayatlandırır. Ümidini kaybetmemiş, düştüğü yerden kalkmayı başarabilmiş bir insan, yine ve yeniden müspet duygular hisseder, kendi içinde bütünlüğü yakalar ve yeniden yola koyulur. Çünkü hâlâ iradesini harekete geçiren bir ümidi vardır. Bu ümit çekirdek gibi nereye ekersen orada yeşerir ve hayatlanır.
Bugün Gazze’de ümitlerini bir çekirdek misali sıkı sıkı saklayan ve neşvünema bulacakları günü bekleyen binlerce insanın toplumsal ruhu, birçok topluma örnek niteliğinde. Bu, bir milletin gücüdür, ortak sermayesidir ve her fert bu toplumsal sermayeden beslenir. Çoluk çocuk, genç, yaşlı demeden soykırıma uğramaları bu yüzden. Çünkü insanı değerlidir Gazze’nin, tek bir insan bile Filistin halkını yaşatabilecek bir ruhu saklıyor içinde.
Gelgelelim büyük bir çözülme, kaos ve depresyonla mücadele eden ülkemize. Ayrışma, nefret ve tahkir ahlâk edinildiğinde, rastgele iki kişinin birbirini öldürecek bir neden bulması güç olmaz. Dinin, değerlerin, ailenin unutturulduğu yerde ruhun tefessühü kaçınılmaz.
Başkasıyla kıyaslanmış, ezilmiş, hor görülmüş ve olduğu gibi kabul edilmemiş bir çocuk düşünün. Sahip olduğu ne varsa bir meziyetten öte tahkir ve küçümseme sebebi olmuş bir çocuk. Bu çocuk öfkelidir. Bu çocuk kendiyle bir türlü barışamaz. Bu çocuk tutunmakta, toparlanmakta ve sorunlarını aşmakta zorlanır. En ufak bir zorlukta pes etmenin, yıkılmanın eşiğine gelir çünkü kendinde bir güç bulamaz. O, en büyük darbeyi almıştır. Yeniden başlayabilme gücünü kaybetmiştir.
İşte bu millet de öyle bir darbe aldı ki ve hâlâ alıyor. Sahip olduğumuz ne varsa bir utanç vesilesi yapılıyor. Kompleksli bir millet hâline geldik. Batı’ya yaranmaya çalışan ve Batı’nın meziyeti yerine sefahatini alıp dalkavuk bir çocuk gibi etrafta gezinenler, başkasına hakâret etmekle, aşağılamakla yüceldiğini düşünenler, sürekli tenkit edecek bir değer, bir fikir peşinde koşanlar, kendi gibi düşünmeyene hayat hakkı dahi tanımayanlar, fesat ve bozgun fikirleriniözgürlük perdesi altında pazarlayanlar bu milleti yeise atıyor ve atacak.
Her şeyden önce misyon, nefreti yok etmek olmalı. Nefret ve tahkirle gelen bireysel menfaat, o toplum yok olduğunda beş para etmeyecek. Bugün bir başkasına hakaretten alkış alan, teveccüh kazananlar yarın o toplumun bağrında çıkan yangında merhametsizce yanacaktır.
“Nur göstermek” şu toplumun içinde bulunduğu hâlet-i ruhiyenin en tesirli ilacıdır. “En doğru tespiti yapacağım, en hakikî yorum benim yorumum, en isabetli görüş benim ki...” diye diye, aslında küçücük kırılgan bir çocuktan farksız bu koca toplumu örseledik, zarar verdik. Artık hayrı konuşma zamanı, bu cemiyetin her ferdi ağzından çıkanın tahlilini yapmalı. Siyaset topuzunun parça parça ettiği, medyanın bozmakla, ayrıştırmakla, ötekileştirmekle beslendiği, firavun akılların kendini yüceltmek için bir başkasını ezdiği ülkemde bir “muhabbet fedaisi” olmak her şeyden evvel dilini yoklamakla başlar.