1976-77 yılları. 16 ya da 17 yaşlarındayız.
Dindar bir ailemiz olmakla beraber yaşımız genç, tehlikeli dönem. Bunu o zaman değil belki sonradan anlıyorsun. Sana göz diken, seni yönlendirmek isteyenler var. Derken bir gün ilçemizde, adı ‘Esnaf Lokantası’ olan lokantanın sahibi Sami Akçay, (şu an 80 yaşında, hâlâ gazetemizi dağıtır. Mevla kendisinden razı olsun. Biz de camcıyız), cam almak için işyerimize geliyor. O sırada bize çok farklı şeyleri çok ihlaslı bir şekilde anlatıyor ve “Salı akşamı arkadaşlarla çay içiyoruz, sen de buyur gel” diyor.
O ihlaslı hali bize “Tamam gelirim” dedirtiyor bu bizim ilk derse katılışımız bu şekilde oluyor. Ve hâlâ o gidişte santim dönüş olmuyor. Sonra peşinden ‘Risale- Nur eserlerini okuyacağım’ kararı geliyor. Evet okuyorum. Anlıyor muyum, anlamıyor muyum? Hani eserlerde geçen iki arkadaş bellerine ve başlarına yükler yüklenip bir sefineye binerler, içlerinden aklı başında olan yükünü gemiye bırakır bahsini okurken “İşte bu” diyorum, sefine gemi imiş ve Elhamdülillahi Rabbil Âlemin. İşte o yıl bu yıl eserler bize okuma ‘hastalığını’ bulaştırıyor.
Tabiî ilk dersten sonra gazetemizi, dergilerimizi ve yayınlarımızı tanımak nasip oluyor. Sonra neler mi oluyor? Bakıyoruz ki evimiz sanki bir okul, bir kütüphane olmuş. Böyle oluşu meğer ne hayırlara vesile olmuş. 2000 yılında hac nasip oldu elhamdülillah. Bizimle olan Diyanet görevlisi hoca, Araplarla bir şey konuşulması gerektiğinde bize dönüp, “Araplarla iyi konuşuyorsunuz. Siz anlatılacakları anlatın” diyordu. Bu nasıl mı olmuş? Risale-i Nurlardaki Arapça kelimeler sayesinde. Başka neler mi olmuş geçen bu yıllarda? Bırakın aileyi, sülale bu hizmet sayesinde secdeli kullar olmuş elhamdulillah. Yeğenler, şimdi de torunlar...
Netice-i kelam, bu hizmet hiç dünya varlığına benzemeyen bir hazine olmuş elhamdülillah. Bütün kardeşler sizler her biriniz birer arifsiniz. Arife bu kadar uzun tarif gerekmezdi, yalnız dualaşmamıza vesile maksadıyla yazdık. Selam ve dua eder ve bekleriz.