Kader Risalesi’ndeki “cüz-i ihtiyârî, seyyiata merci olmak içindir ki akideye dâhil olmuş”, cümlesi merkezli yapılan sohbette, üniversite talebelerinin başlıktaki suali bu yazının vesilesidir.
Bu yazımızla, konuya muhatap dostlardan işlenen konu ve yazılan yazımızı tartışarak bir değerlendirme yapılmasını istirham ederiz. Bu yardımı hususi iletişim vasıtasıyla yapıp, gelen bilgilerle tekemmül ettirildikten sonra münasib görülürse yeniden neşrini düşünürüz.
Tevcih edilen sual şöyledir:
Acaba cüz-i ihtiyârînin ahlâkî bir icadı, olamaz mı?
Cüz-i ihtiyârî, sadece şer ve seyyiat için mi var? Onun icadlarından doğru ve hayırlı sonuç çıkmaz mı? Ya da onun hüsn-i istimalinden hayır çıkar mı? Onun, hayra hiç mi kabiliyeti yok?
Meselenin iki yönü var. Birinci yönü cüz-i ihtiyârînin ahlâkîliği problemidir. Bu, zaten onun imtihanıdır ve tercihlerinde ahlâken sorumludur. İkinci yönü de cüz-i ihtiyârînin ahlâkî bir icadının olup-olmamasıdır.
Soruyu tekrarlayarak konuyu iyi anlamak adına şöyle de ifade etmek mümkün:
“Cüz-i ihtiyârînin, seyyiata merci olmak için akideye dâhil olması hakikati yanında cüz-i ihtiyârî ahlâk üretebilir mi?”
Şöyle de sorabiliriz: Âlemde hayır ve güzellik sadece vahiy ile mi mümkün olmaktadır. Vahiy kaynaklı olmadan cüz-i ihtiyârînin hayır ve doğrusu mümkün değil midir?
“Cenab-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen (güzel) olur; nehyeder, sonra kabih (çirkin) olur. Demek emirle güzellik, nehiyle çirkinlik tahakkuk eder.”1 , ifadesinden hareketle bir şeyin insanlığın hayrına olup olmaması emir ve nehiy ile belirlenir. Bununla beraber insanın icadı bazı keşiflerin durumu da kullanım niyetiyle hayır/şer gibi nitelemesi yapılabilir.
Ruhun terakkisinde, vicdanın tekâmülünde, akıl ve fikrin inkişafında nebevî izleri görmek mümkündür. O keşiflerin varlığı teklif ile, hayatı peygamberlerin gönderilmesiyle, ilham kaynağı da dinlerdir. İşte bu noktalardan insanların bazısı, yapılan teklifi reddetmişlerse de bazısı da o tekliflerden süzülen terbiyevî ve ahlâkî vesaire güzel şeyleri almışlardır. Dolayısıyla onların iradelerinden sadır olan fiillerde zımnen ya da ıztıraren kâmil sıfatlar bulunabilir. Zira, kâfirin her sıfatı ve her hâli kâfir değildir.2
Âlemde yapılan keşifler, Allah’ın hikmeten sakladığı değerlerdir. İnsan, âlemdeki fıtrî kanunlara muvafık hareket ederse onları keşfe muvaffak olur. Bu işlem, kulun yoktan yaratması anlamına gelmez, bilakis var olanı görünür hâle getirmek, denilebilir. Bu muamelesi ile irade, hayra da şerre de kullanılacak bir şeyi keşfetmiş olur. Bu noktada cüz-i ihtiyârî, beşerin kullanımına keşifte bulunur, bu doğrudur. Bulduğu keşfin hayır ya da şer vasfını kazanması, onu kullananın niyetiyle mümkün olur ama nice şeyler var ki onların ahlâkîliğini ölçmek de başka bir şeydir.
Ahlâk ölçüsü, itibarîdir. Zira “Hüsün ve kubh, mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder.”3, o hâlde bir şeyin güzel ya da çirkin olması mükellefin o şeye vukufiyetine, bilmesine ve değerlendirmesine bakar, ona göre nitelendirilir. Bu zaviyeden bakıldığında iradenin bulduğu şeylerin ölçme ve değerlendirilmesinde kulun bilgisi ve kabulüyle yönlenir ve yerini alır.
İradenin bulduğu hayırlı şeylerle kul Cennet’e girer mi, konusu burada işlenen mevzu ile doğrudan alâkalı değildir ama Cennet’e girmenin kesin ölçüleri ayet ve hadisle belirtilmiştir, velev ki kul o ölçülere uymadı ve cehennemlik oldu, orada, onun bu hayrı, kendisinin cehennemde de olsa âdeta hususi bir cennete mazhar olacakları hakkında müjdeler vardır.4 O hâlde, iradenin bulduğu hayrî ya da ahlâkî şeylere mükâfaten İlâhi merhamete mazhar olacak, denilebilir.
Dipnotlar:
1- Nursi, Sözler, s. 310 2- Nursi, İşârâtü’l-İ’caz, s. 252 (Bakara 2/26) 3- Nursi, Sözler, s. 310
4- Nursi, İşârâtü’l-İ’caz, s. 102 (Bakara 2/7)