Hayatının finalini, hizmetinin jübilesini zirvede tamamlayanlar var. Zirvede durabildikleri, yahut zirveye lâyık bir mevkide tutunabildikleri için, imrenilecek bir hüsn-ü âkıbete mazhar olmuşlardır.
Kimileri de var ki, zirvede kalmak istiyor; fakat, orada tutunamıyor. Ya oraya lâyık değildir, ya da başı döndüğü için aşağıya doğru meyletmeye başlıyor.
İşte, 24 Eylül 1566’da babası Kanunî Sultan Süleyman’ın vefat haberini alan ve bir hafta sonra Osmanlı tahtına oturan, yani zirvedeki makama çıkan Sultan II. Selim (diğer adıyla Sarı Selim) de, zirvede tutunamayıp, kendisiyle birlikte devleti aşağı doğru çeken padişahlardan biri olarak tarihe geçti.
Bu noktada en bariz özelliği şudur: Kendisinden önceki on Osmanlı padişahının tamamı at sırtında ve ordunun başında sefere çıktık-ları halde, hiç sefere çıkmayan padişah unvanını ilk o kazan-mış oldu. Bu yönüyle, kendisinden sonra gelen (IV. Murat hariç) padişahlara da kötü bir emsâl oldu.
Şimdi, o duraklama döneminde yaşanan geliş-melerin genel seyrine şöyle bir nazar gezdirelim.
★
Kànunî Sultan Süleyman’ın ecnebi eşi Hürrem Sultan’dan oğlu olan II. Selim, Zigetvar fethi esnasında (7 Eylül 1566) vefat eden babasının ölüm haberini 24 Eylül’de aldı. O günlerde kendisi Afyon civarında bulunuyordu.
Bir devlet sırrı gibi haftalarca saklanan Kànunî Sultan Süleyman’ın vefat haberi ile birlikte “saltanata dâvet” mektubunu alan Şehzade Selim, Afyon’dan hareketle Kütahya–Bursa güzergâhını takip ederek İstanbul’a geldi.
30 Eylül günü 11. padişah olarak Osmanlı tahtına çıkan II. Selim, babası ve dedeleri gibi orduların başında seferlere çıkmak yerine, hemen bütün vaktini Topkapı Sarayı’nda ve İstanbul’da geçirmeyi tercih etti. Bu tercihte, anne tarafından onun yetiştirilme tarzının da etkili olduğu söylenebilir.
★
Kànunî’nin ikinci hanımı olan Hürrem Sultan, aslen Polonya’lı bir Yahudi ailenin kızıdır. Kırım Hanlığı kanalıyla Saray’a gönderildi. Çok zeki bir kadındı. Harem dairesinde kısa sürede sivrilerek temayüz etti. Padişahın dikkatini çekmeyi başardı ve nihayetinde onun nikâhlı eşi oldu.
Çocukları olduktan sonra, kuması Mahidevran Sultanla aralarında bazı sürtüşmeler yaşandı. Uzun yıllar devam eden bu sürtüşmeler, nihayet entrikalı çekişmelere dönüştü.
Hatta, Kànunî’den sonra kimin, yani hangi eşinden, hangi oğlunun padişah olacağı meselesi, o entrikalı çekişmeleri kanlı boğuşma raddesine kadar getirdi.
Günümüz tabiriyle First Lady olan Hürrem Sultan, kızı Mihrimah Sultanı Veziriâzam Rüstem Paşa ile evlendirerek, Saray-’da gizli bir ittifak kurdu. Maksadı, saltanata en layık olan Mahidevran Hanımın oğlu Şehzade Mustafa’yı devre dışı bırakmaktı. Ne yazık ki, İran Seferi esnasında bu maksadına kavuştu ve bir entrikaya kurban edilen Şehzade Mustafa, bizzat babasının emriyle boğduruldu.
Böylelikle, meydan Hürrem Sultanın oğlu “Sarı Selim”e kaldı.
Sarı Selim, babasından zirve noktasında devralmış olduğu Osmanlı Devletini, görünürde zirvede tutmayı başardı. Hatta, Kıbrıs’ın fethi ve Selimiye’nin inşası gibi bazı ilâvelerde de bulundu.
Ne var ki, işte tam bu esnada devlet mekanizması ve ordu düzeni içten içe eriyip çürümeye yüz tuttu. Zira, orduların başına geçmeyen ve hiçbir harbe bilfiil iştirak etmeyen, hatta bilumum devlet işlerini sadrâzama yaptırmaya çalışan bir padişaha karşı, ciddî mânâda bir güven kaybı meydana geldi. Bu ise, işlerin giderek ağırlaşmasına, hantallaşmasına yol açtı. Neticede, kısacık bir duraklamanın ardından, koca Osmanlı, zirveden aşağı doğru inişe geçmeye başladı.