"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Zalimler cephe açıyor, biz asker gönderiyoruz

M. Latif SALİHOĞLU
10 Haziran 2017, Cumartesi 00:05
Son olarak, Türkiye’den bir askerî birliğin Katar’a da gönderilmesine karar verildi.

Böylelikle, askerî birliklerimizin bulunduğu Bosna, Kosova, Afganistan, Irak, Suriye, Somali... ile birlikte, önümüzde yeni bir cephe daha açılmış oldu.

* * *

Şüphesiz, ismi geçen cephelerin tamamı, hariçteki zalimler ve saldırganlar tarafından açıldı.

Bosna ve Kosova’da Sırp vahşeti yaşandı; bunun önüne geçmek için BM bünyesinde asker gönderdik.

Afganistan’daki cephe, 2001’de ABD’de yaşanan 11 Eylül Saldırıları sonrasında açıldı. 48 ülkenin 44’ü askerini geri çektiği halde, Türkiye, mevcut sayıyı daha da arttırarak bine çıkardı ve yaklaşık 15 senedir Mehmetçiğimiz bu cephede nöbet tutuyor; şehit, gazi oluyor.

Somali’deki saldırgan korsanlara karşı Türk birliği o cepheye gitti. Bilâhare, cephe biraz daha genişletildi. Üs kurma cihetine gidildi.

Kuzey Irak’ta bulunan askerlerimiz, yine bu bölgenin istikrarını bozan zalimlerin açtığı yarayı bir nebze olsun kapatmak için oradalar.

Suriye’deki operasyonel durum zaten ortada. Ençok şehit-gazi bu cepheden geldi.

* * *

Zaman zaman tehlikeli tırmanışlar gösteren Suriye ve Irak’taki durum belirsizliğini korumaya devam ederken, şimdi de Katar merkezli bir başka belirsizlik hali zuhûr etti.

Bütün bölgeyi, hatta dünyayı tedirgin eden “Katar krizi”nin ardı-arkası “alacakaranlık” bir vaziyet arz ediyor. Bu sebeple, ortalıkta bir yığın soru işaretleri dolaşıyor.

Bu soru işaretlerinin bir kısmını şöylece sıralamak mümkün:

Bu kriz, birden bire nasıl ortaya çıktı? 

Krizi kim tırmandırmak istiyor?

Bölge ülkelerinin Katar ile olan diplomatik ve menfaat ilişkisi nedir ve nasıl bir potansiyele sahiptir?

1971’de İngiltere’nin himayesinden kurtularak “kabile bazlı” bağımsız hale gelen Katar üzerinde, başta İngiltere olmak üzere ABD, İran, S. Arabistan, Mısır, Türkiye ve sair ülkelerin etkisi, ağırlığı nedir?

Bu ülkelerin, henüz bilinmeyen veya açıklanmayan örtülü-kapaklı bazı hesapları var mı?

Güresel güçlerin, Katar krizi ile varmak istedikleri başka hedefleri var mı?

Yüz yılını dolduran Sykes Picot planı yerine, şimdi bir başka plan mı ikame edilmeye çalışılıyor?

Dünyadaki silâh imalatçıları ile baronları, yeni bir Körfez Harbini daha çıkartıp yaygınlaştırmak için, Katar krizini fırsata çevirmeye mi çalışıyor?

Global kanatlı leş kargaları, bölgedeki doğal zenginliklere göz dikti de, şimdilerde satranç oynar gibi mi oynuyor?

Bunlar gibi daha birçok soru, şüphe ve tereddüt, patlak veren Katar krizi ile birlikte zihinlerde yer etmeye başladı.

* * *

Soru işaretleri bir yana, Türkiye açısından gayet net şekilde okunan acı tablo şudur: Krizi biz çıkarmadığımız halde, oraya askerimizi gönderiyoruz. Bölgedeki inisiyatif bizde olmadığı halde, çıkması muhtemel çatışmalarda, yine kendi askerimiz şehit-gazi olacak.

Şunu da hatırlatmak gerekir ki: Şimdiye kadar hep zalimlerin açtığı ve bizim de bir şekilde müdahil olup asker gönderdiğimiz mezkûr cephelerin hiçbiri henüz selâmet ile kapanmış, kapatılabilmiş değil.

Üstelik Afganistan, Irak ve özellikle Suriye’deki durum, eskiye nazaran daha da riskli ve tehlikeli bir seyir takip ediyor.

Bu durumda, yeni açılan Katar’a asker gönderirken, son derece hassas ve dikkatli davranılması lâzım.

Hikmet-i hükûmeti bilemiyoruz; ama, gördüğümüzü söylemek ve endişelerimizi ifade etmek durumundayız.

Evet, düşünmeden edemiyoruz: Acaba fazla mı açılıyoruz? Dünyaya çok mu dağılıyoruz? Bu açılma ve dağılmayı yaparken, gelişmelerin önünü-sonunu görüyor muyuz? Muhtemel riskleri, rasyonel şekilde hesaba katıyor muyuz?

Elbette ki, bütün bu soruların bir şekilde cevabı vardır, olmalıdır. Ama, henüz çok taze olan Suriye meselesinde, müttefiklerin bize karşı yaptıklarını unutmadık, unutamayız. Meselâ:

Bunlar, hemen hiçbir sözünde durmadılar. Mülteci krizinde bizi yalnız ve yardımsız bıraktılar. Türkiye’nin hassasiyetlerini adeta kulakardı ettiler. Hatta hiçe saydılar. Türkiye’nin “güvenli bölge” tezine bir türlü yanaşmadılar. Suriye’nin birliği-bütünlüğünün korunması formülüne yanaşmadıkları gibi...

Demek ki, sözde dost ve müttefik gibi görünen hükûmetlerin çoğu, bize karşı ikili oynuyor. 

Sözlü takdirler, iltifatkâr sözler yığın yığın. Ama iş uygulamaya gelince, hepsi geri çekiliyor ve Türkiye adeta yalnız bırakılıyor.

Katar ile adeta “kanka” gibi görünen Türkiye’nin Mısır ile arası soğuk; ama, Arabistan’la olan durumumuz farklı. Kopamayız.

Bu ülkeler şimdilik karşı karşıya gelmiş durumdalar; ama biz öyle kesin şekilde aynı cepheleşmenin içine sürüklenmemeliyiz. Bize yaraşmaz.

Velhasıl, Türkiye, bölgede olup bütün bu gelişmelerin soğukkanlı şekilde değerlendirmesini yapmalı ve yeni açılan Katar cephesinde ona göre bir tavır almalı. Aksi halde, Suriye-Irak gibi diğer benzerlerinden çok daha can sıkıcı bir badirenin içine sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıya gelebiliriz. Zira, dünya devleri, dev şirketleri ile birlikte hareket ederek, Katar krizini kendileri için yeni fırsatlara, Müslümanlar için de yeni felâketlere dönüştürmenin hesabı-kitabı içinde görünüyorlar. Bir kez daha, aman dikkat!

@salihoglulatif:

Şu Ortadoğu ülkeleri niçin ADAM olamıyor? Neleri eksik? Petrol var. Gaz var. Para-servet zibil gibi... Bir tekhürriyet ve demokrasi yok.

Okunma Sayısı: 7694
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdullah TUNÇ

    10.6.2017 04:15:00

    Çünkü tek kişi idaresi var. Şahısçılık ön planda. İlk ve orta çağ anlayışı,felsefesi olan basar,hissiyat,kuvvet,hükümet,müyulatı kalbiye ve heva devrede. İstikbalın hakim gücü olan;akıl,efkâr,hak,hikmet,temayulat-ı akliye ve hüda arka planda...Hürriyet-i şer'iye,meşrutiyet,şura,meşveret,demokratlık bunların dünyalarında pek görünmüyor. Ve bu anlayış,bu esaslar,bu temel argumanlar hakim olmayana kadar bu savaşlar,kargaşalar,sürüp gidecektir. Zenginlik,para,her şey değildir.Dünyaya yön veren,asırları ışıklandıran imanın kemalatı,ilim,güçlü fikir ve düşüncelerdir. Ve bunlardan beslenen hürriyet-i şer'iyedir,şecaattır,adalettir.Maalesef islam ülkeleri bunun çok uzağında.Hür düşüncenin medeni ülkelerde zirveye çıktığı bu yirmi birinci asırda islam ülkelerinin çoğu,hâlâ krallıklar,şeyhlikler emirliklerle idare ediliyorlar...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı