Tayyip Erdoğan, müthiş bir siyasetçi. Manevra kabiliyeti fevkalâde. U dönüşlerde, onunla yarışabilecek ikinci bir siyasetçi yoktur herhalde.
Bir önceki yazımızda, bu U dönüşlerden bazı örneklemelerde bulunduk.
Bu yazıda ise, Erdoğan’ın o müthiş bir performansıyla sergilemiş olduğu 180 derecelik dönüşler karşısında şaşıran, şok olan, travma geçiren, yahut başı döndüğü için artık ne dediğini, ne yapacağını bilmez hale gelen iki prototipi tanıtmaya çalışalım.
Bu tiplerden biri meddahtır, yağcıdır, yaranmacıdır; yaranma yarışının önde gidenidir.
Diğer prototip ise, yaşadığı travmalar sebebiyle zihni dağılan, düşünceleri alabora olan, arada bir med-cezir haller yaşayan, bir bakıma mağruriyet kulesinden düştüğü için kendini mağduriyet kuyusunda gören “şahıs meftunu” fikir fukarası zavallı kimselerdir.
Dostlar üzülmesin diye, bu prototipler hakkında isimlendirme cihetine gitmiyor, sadece tarif etmeye yetecek bazı iktibaslarla iktifa ediyoruz.
Yaranmacılığın daniskası
Önce, yağcı-yaranmacı cenahından meşhûr olmuş bazı kimselerin beyanlarından inciler aktaralım.
Adama sormuşlar: “Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı”na aday olur musun?” diye.
Adam şu cevabı vermiş: "Genel Başkanım bana dese ki: 'Sana yeni bir görev düştü. Bundan böyle parti binasının camlarını temizleme işini sen yapacaksın’. Ben bundan hiç gocunmam, derhal yaparım."
Aynı adam, bu kez hiç soru sorulmadan, festival açılışında konuşup racon kesti: “Urfa şanlıysa, Antep gaziyse, Maraş kahramansa... Rize, İstanbul ve Siirt de mübarektir. Çünkü bu üç şehir, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük liderinin doğmasına vesile olmuştur.”
Oysa, Türkiye’nin mübarek daha başka şehirleri de var.
Onlara yapılan haksızlık bir yana, ayrıca Cumhuriyet tarihinin en büyük liderinin kim olduğu da tartışma götürür, hatta su götürür bir meseledir.
Yaranmacılıkta önde giden meşhûr bir başka şahıs da, kalabalığa hitap ederken, kendini tutamayıp şunları söyledi: "Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin ilelebet ve ebedî başkanıdır. Allah’a yemin ederim ki. Türkiye’deki bütün meselelerin çözülmesinde en yetkili lider odur.”
Diktatöryanın Türkiye’de hakim ve hükümran olduğu bir devirde İsmet Paşaya “Millî Şef”, M. Kemal’e de “Ebedî Şef” unvanı verilmişti.
Geçmiş olsun kardeş
Dostun da ilerisinde kardeş diyebileceğimiz bazı kalemler, Başbakan Erdoğan’ın bilhassa “Ergenekoncular” diye isim yapan terör/darbe/cunta faaliyetleriyle bağlantıları olduğu iddiasıyla mahkemelik olanlarla ilgili 180 derecelik manevrasına akıl-sır erdiremediği için, adeta travma geçirmiş gibi tuhaf yazılar yazmaya başladılar.
Bunlardan biri, “Darbelerle mücadeleden zinhar geriye dönüş olmaz” diye en üst perdeden ses vermeye çalışırken, bir diğeri, Başbakan’ın şaşırtıcı tavrını “Darbeciye gülümsemek” şeklinde tasvir ediyor ve yazısını me’yüsane şöyle bitiriyor: “Şili’nin darbeci diktatörü Pinochet’nin oğlu şunu söylediydi: ‘Babam, mezarının düşmanları tarafından tahrip edileceğinden korkardı. Mezarı olmayacak, cesedini yakacağız.’ Evet, darbecilik zor zenaat. Ama burası Türkiye, bizimkiler rahat olsun.”
Aynı kesimden bir başka kalemden de şunları okumaktayız:
“Başbakan’ın ziyaret ettiği Ergin Saygun. Çetin Doğan’la birlikte yargılanıp ‘TC icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçu sabit görülerek’ 18 yıl hapis cezası alan bir emekli generaldir.
“Kalp ameliyatı geçirdiği için adlî kontrollü serbestlikle tahliye edilen bir tutukludur. Temyizdeki dâvâsının sonucunu bekleyen, yerel mahkemede ceza almış bir ‘hükümlü’dür. Kendisine geçmiş olsun diyorum. Ama mahkeme haklıysa, asıl Türkiye’ye büyük geçmiş olsun!”
Muhterem kardeş, asıl size geçmiş olsun. Tam on yıl müddetle yerel-genel bütün seçimlerde, şimdi sitayişle şikâyette bulunduğunuz şahıs merkezli mevcut siyasî yapıyı var gücüyle desteklemediniz mi? Hatta, “mümkünse mezardakileri dahi kaldırıp oy kullandırmak lâzım” diyen de sizin rüesanız değil miydi?
Ne tuhaf, ne acip değil mi? On yıl müddetle yatıp kalkıp “Artık eski Türkiye yok. Darbeciler, cuntacılar mutlaka hak ettikleri şekilde cezalandırılacak” diyenler, şimdi tam tersini dillendirmeye başladılar. Yıllar sonra ilk defa olarak “Burası Türkiye, darbeciler rahat olsun” diye yazıyorlar.
Dahası, “Türkiye’ye büyük geçmiş olsun” diyerek, adeta ümitsiz bir vak’adan söz ediyorlar. Bence, asıl size büyük geçmiş olsun kardeşler.
Ama, gayet iyi biliyorum ki, daha başka korkularınız, sıkıntılarınız da var. Yıllardır elinizdeki tüm medya kanallarından yazı-haber balyozuyla vurmaya çalıştığınız Ergenekoncuların serbest bırakılacağından ve hatta bu kez sizin üzerinize salınacağından haklı olarak çekiniyorsunuzdur.
Bunda haklısınız. Zira, o gaddar cuntacılardan vaktiyle biz de çok çektik. İnsafsızdırlar, merhametsizdirler.
Biz daima kendi işimizi yapıp sadece fikrî neşriyatta bulunduğumuz halde, her fırsatta bize musallat oldular.
Dolayısıyla, cezasız kaldıkları takdirde, bundan sonra da ne yapacakları hiç belli olmaz.
Evvel-âhir duâmız şudur: Cenâb-ı Hak, evvelâ bizi yanlışa düşürmesin. Sâniyen, milletimize defalarca kan kusturan darbeci zalimlere de bir daha imkân fırsat vermesin.
Yakın Tarih Yazıları Hükûmet de, devlet de CHP demektir
Tek parti döneminin en imtiyazlı Başbakanı İsmet Paşa, tarihte emsâli olmayan bir genelge yayınlayarak, bundan böyle parti işleriyle hükümet ve devlet işlerinin birlikte yürütüleceğini duyurdu.
Bu benzersiz genelgeye göre yeni sistem şöyle olacak: İçişleri Bakanı, aynı zamanda CHP Genel Sekreteri, valiler de CHP İl Başkanı görevini üstlenmiş olacak.
Yapılan değişikliğin gerekçesi ise, şu şekilde açıklandı: Millet ve memleket için yapılan hizmetlerin daha rahat ve daha kolay olmasını sağlamak...
Bu tarih itibariyle, birleştirilen parti, hükümet ve devlet hiyerarşisinin ilk üç kademesi şu sıralamaya göre şekillendi:
1) M. Kemal: Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı.
2) İ. İnönü: Başbakan ve CHP Genelbaşkan Vekili.
3) Ş. Kaya: İçişleri Bakanı ve CHP Genel Sekreteri.
Aynı anda, il ve ilçelerde parti, hükümet ve devlet işlerinin uyum içinde yürütülüp yürütülmediğini denetlemek için kurulmuş bulunan "Parti Müfettişliği" de yine İşçileri Bakanlığına bağlandı.
Bu tarihten itibaren, Şükrü Kaya'nın çok önemli ve tesir gücü yüksek bir mevkiye getirilmiş olduğu görülüyor.
1927'den beri zaten İçiçleri Bakanı olan Şükrü Kaya, 18 Haziran 1936'dan sonra, aynı vazife ile birlikte parti ve müfettişlik işlerinin de en yetkili ve sorumlu kişisi oldu.
Şükrü Kaya'nın bu "üçüncü adam"lık saltanatı, M. Kemal'in ölümüne kadar sürdü. 11 Kasım 1938'de Cumhurbaşkanlığı makamına oturan ve aynı anda CHP Genel Başkanlığı vasfını da kazanan İsmet Paşa, Şükrü Kaya'nın Dahiliye Bakanlığından derhal istifa etmesini istedi.
Bu istifa ile birlikte, Şükrü Kaya'nın (1884-1959) siyasetteki yıldızı da sönmeye yüz tuttu. Bu tarihten sonra yıldızı parlayan ve daha üst makamlara getirilen şahıslar ise, şunlar oldu: Refik Saydam, Şükrü Saraçoğlu, Recep Peker ve Hilmi Uran.