1920 yılı Mart ayı ortalarında, İngilizlerin İstanbul’da baskın yaparak, kan dökerek, cinayet işleyerek, hatta mebusları bile tutuklayarak işgali çok daha ileri bir boyuta taşımaları sebebiyle, henüz üç aylık olan Mebusan Meclisi’ni ciddi şekilde tedirgin etti. Öyle ki, bu safhadan sonra artık mebusların hiçbiri kendini güvende hissetmiyordu.
Durumun bu derece olağan dışı bir hâl alması üzerine, mebuslar bir fırsatını bularak Anadolu’nun yolunu tutmaya başladı.
Sultan Vahdeddin de 11 Nisan 1920 tarihi itibariyle meclisi kapattığını ilân edince, meclis üyeleri için artık İstanbul’da durmanın bir sebebi-gerekçesi kalmadı.
Ekseriyeti Ankara’da toplanan mebuslar, 23 Nisan Cuma günü yeni Millet Meclisinin resmî küşâdını/açılışını gerçekleştirmiş oldu.
★
Ankara’da teşkil edilen yeni Mecliste iki grup vardı. Kemal Paşanın liderliğini yaptığı I. Grup ile Ali Şükrü Beyin başında göründüğü II. Grup.
Bu iki grup, dahili meselelerin çoğunda, hatta Lozan görüşmeleri meselesinde birbiriyle hep çekişme hali yaşadı. O çekişmeli meselelerinden biri de “Men-i Müskirat Kanunu” (İçki ve sarhoşluk veren maddelerin yasaklanmasına dair kanun) idi. 1920 senesinin Eylül ayında Meclis’te yapılan hararetli tartışmaların neticesinde, Ali Şükrü Beyin grubu az bir farkla galip geldi. İçki yasaklandı. Ne var ki, Ali Şükrü Bey, bu mücadelesini canıyla ödedi. Katledildi. Bir süre sonra içki yasağı da kaldırılmış oldu.
★
2. Lozan görüşmeleri devam ederken, I. Grup, II. Grubu önce diskalifiye, ardından tasfiye etmeye başladı. 1923’ün Mart ayı sonlarında Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey katledildi.
Nisan ayı başlarında da erken seçim kararı alındı. Meclis Başkanı Kemal Paşanın hazırlamış olduğu yeni mebus seçimlerinde muhalifler büyük ölçüde tasfiye edildi.
Dolayısıyla, I. Gruptakiler Millet Meclis’inde artık istediklerini gibi at koşturabiliyorlardı.
★
1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılmasından sonra, Ankara merkezli yeni devletin ismi ile şekl–i idaresinin ne olacağı merak konusuydu.
Hiç olmazsa yeni sistem “saltanat” şekilde olmayacaktı. Krallık da olamayacağına göre, yeni sistemin “Cumhuriyet” olacağı noktasında bir umumî kanaat hasıl olmuştu. Zaten başka türlüsü olmazdı, olması da mümkün görünmüyordu. Yani, ortada Cumhuriyet’ten başka bir alternatif kalmamış gibiydi. Geriye, uygun bir zaman zarfında bunun ilân edilmesi kalmıştı.
Mustafa Kemal ve ekibi, Cumhuriyet’i tamamen kendilerine mal etmek için fırsat kolluyorlardı. Böylesi bir ilânât için beklenilen asıl gelişmenin ise, “mutlak istibdat”a dayalı bir rejimin kurulması olduğu kısa zamanda anlaşılmış oldu.
Bunun için gerekli hazırlıklar tamamlandı ve nihayet 29 Ekim (1923) günü Cumhuriyet’in ilân edileceği noktasına gelindi.
Nihaî karar, Meclis yerine önce (28 Ekim) Çankaya Köşk’ünde verildi. Bu karar, ertesi gün Millet Meclisi’nin gündemine getirildi ve haliyle umumî kabule mazhar oldu. Ne var ki, yeni kurulan Cumhuriyetin idaresi, tamamiyle “tek adam” sultasına göre tasarlandı ve bu manada hazırlanan plan adım adım uygulamaya konuldu. Yeni rejimin adı Cumhuriyet iken, cumhur denilen halk tamamıyla dışlandı ve ülkenin idaresi “Halk Cumhuriyeti” yerine bir nevi “Zümre Cumhuriyeti” tarzında yönetilmeye başlandı. Çeyrek asır sonra ise, “Darbeli Demokrasi” dönemine kerhen de olsa bir geçiş yapılmış oldu.