Lozan Konferansı’nın nihaî kararları, 23 Ağustos 1923’te Millet Meclisi tarafından da tasdik edilerek yürürlüğe konuldu.
24 Ağustos günü, Meclis’in Lozan’ı tasdik ettiğine dair resmî karar, İtilâf devletlerinin İstanbul’daki komiserliklerine tebliğ edildi.
25 Ağustos’ta ise, günün gazetelerinde de neşredilen söz konusu karar gereğince, ecnebi kuvvetleri Türkiye’yi terk etme hazırlıklarına başladı. Yunanistan Parlamentosu da, Lozan Antlaşmasını 25 Ağustos’ta onaylama kararı aldı.
* * *
Lozan Konferansı iki safhadır. Birinci safha, Kasım 1922’de başlayıp Şubat 1923’te sonra erdi. İkinci safha ise, 1923 senesinin 23 Nisan’ında başladı, 24 Temmuz’unda sona ermiş oldu.
Lozan görüşmeleri, ama özellikle İsmet Paşa faktörü ile ilgili olarak çok iyi analiz edilmesi gereken iki önemli nokta var.
Birincisi: İsmet Paşa’nın, beraberindeki heyeti dışlaması, onları figüran durumuna düşürmesi ve her şeyi kendi inisiyatifi ile yürütmeye çalışması ki, bu aynı zamanda M. Kemal’in de arzu, niyet ve inisiyatifinin aynı yönde olduğu anlamına gelir.
İkincisi: Türkiye heyetinin başkanı ve aynı zamanda Dışişleri Bakanı konumunda olan İsmet Paşa’nın, Yahudi Hahambaşısı Haim Naum’u birdenbire öne çıkarması ve onun adeta dümen suyuna gitme yönündeki tuhaf tutumu.
Bu iki noktanın altını çizdikten sonra, bunlara dair diğer bazı bilgileri aktarmaya çalışalım.
* * *
İki kez Lozan'a giden heyetin başında İsmet Bey vardı. Heyetin aslî diğer üyeleri ise, Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka idi. Bunların dışında, heyette ayrıca 30'dan fazla müşavir, uzman, danışman, kâtip statüsünde adam vardı. İsmet, Konferansın ikinci safhasında bu heyeti büyük çapta değiştirdi. Kendisine en yakın danışman olarak da, Yahudi Hahambaşısı Haim Naum'u seçti.
Lozan Konferansı’nın en mühim maksadı, I. Dünya Harbi ve hemen ardından başlayan İstiklâl Harbi sonrasında kurulan yeni Türkiye Devletinin dünyaca tanınması, toprak bütünlüğü ve millî sınırlarının kabul edilmesiydi. Bu noktada ciddî bir sıkıntıyla karşılaşmaması, Türkiye'nin hakkıydı. Zira, son savaştan zaferle çıkmıştı.
* * *
Bize göre, Lozan'da ayrıca gizlice görüşülen ve karara bağlanan dinî/mânevî hususlar var. Bunlar, hilâfetin kaldırılması, dinî hayat ve tedrisatın sona erdirilmesi, mânevî cephenin çökertilmesi, bin yıllık kültür ve medeniyet birikiminin tahrip edilmesi gibi, bu milletin en mühim ve hayatî meselelerini içine alan bir dizi reform ve inkılâpların muhakkak sûrette realize edilmesi talebidir. Kısa bir müddet sonra (meselâ 3 Mart 1924) Türkiye'de yaşanan gelişmeler ve köklü değişimler, bu taleplerin büyük bir iştahla yerine getirildiğini gösteriyor.
* * *
Lozan’da madalyonun bu yüzünde aktif rol alan en etkili şahıs ise, İstanbul Yahudi Hahambaşısı olan Haim Naum'dur. Türkiye'deki icraatler noktasında maksadına fazlasıyla ulaştığına kanaat getiren Naum, 1925'te Kahire'ye gitti ve orada da bu kez Mısır Hahambaşı oldu. (Bu tarihten sonra Filistin'e el atan Naum, burada bir Yahudi devletinin kurulması için vargücüyle çalıştı.)
Haim Naum'un Lozan’da ortaya çıkması ve heyet reisi İsmet’in gözde müşaviri oluvermesi, ikinci delegasyon makamındaki Dr. Rıza Nur'un dikkatini çeker. Kaleme aldığı hatıralarında, bu "emrivâki"den şöyle bahseder: "Bir müddettir İstanbul eski Hahambaşı Haim Naum, Lozan'da kaldığımız otelde görülmeğe başladı. Baktım İsmet'le görüşüyor. Ne yapmış, kimi vasıta yapmış bilmem. İsmet'e yanaşmış. Yaman Yahudi! Artık İsmet'ten ayrılmıyor. İsmet'in koltuğuna giriyor, belinden yakalıyor; o da onun... İsmet'e dedim ki: 'Bu Yahudi de başımıza nereden çıktı? Senin böyle bir Yahudi ile lâubali görüşmen haysiyetini ve Türk milletinin, heyetinin haysiyetini kırar. Bu kadar yüz verme!' İsmet, bana kızdı... İsmet'e tekrar dedim: 'Bu bir Yahudidir. Âdî adamdır. Bunun kim bilir ne fenâ işleri vardır? Bundan bir hayır bekleme!..' (Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, c. 3, s.1049)
Eski Başbakanlardan Rauf Orbay da Rıza Nur'un anlattıklarını teyit ediyor: "İsmet Paşa, anlaşıldığına göre, Lozan'da İngilizlerle bir çeşit gizli arabuluculuk rolü oynayan İstanbul Yahudi Hahambaşı Haim Naum Efendi’nin telkinleriyle, Hilâfetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye'de devamına müsaade edilmeyip, derhal kaldırılması fikrini tamamıyla benimsemiş bulunuyordu." (Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay: 96)