Başlıkta zikrettiğimiz “sefil” ve “mîzân” tâbirleri, bu yazının asıl konusu da olan Üstad Bediüzzaman’ın şu çarpıcı beyanında geçiyor: “Bence yol ikidir; mizânın (terazinin) iki kefesi gibi. Birinin hiffeti (hafiflemesi), ötekinin sıkletine (ağırlığı hesabına) geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.” (Sünûhat, s. 67)
İşte, Hazret-i Üstad’ın Mütareke döneminde (1918-22) sarf etmiş olduğu bu harikulâde muvâzeneli sözünü, bazı muvazenesizler tutup günümüzün “yalana dolanmış” politik virajlarına taşıyarak, onların adeta çöplüğe dönmüş muzahrefâtlı siyasetine âlet etmeye çalışıyor.
İşte bir misâl: Tıpkı 12 Eylül Darbesi döneminde olduğu gibi, bugün yine “meşveretin ruhu”ndan uzak ve fakat “itibarlı şahıs odaklı” hareket eden aynı kulvardaki adamlar tarafından dolaşıma sokulan “güncel yorum”lardan biri aynen aşağıdaki gibidir: “Evet, mizan bellidir. Terazinin iki gözü vardır, bir üçüncüsü yoktur. Evet, bizler bu işin ciddiyetini müdrikiz. Bu görev ve sorumluluğun şuuru içindeyiz. Bu mananın tahakkuku için fert fert elimizden gelen bütün gayreti sergileyecek, 16 Nisan’daki referandumda EVET diyecek, devletin yanında olacak, millî ve manevî seferberliğimizi efkâr-ı ammeye göstereceğiz.”
İşte, kendince almış oldukları bu kararı, ne yazık ki, yukarıda iktibas ettiğimiz Hz. Bediüzzaman’ın güya o meşhûr sözüne dayandırıyorlar.
Hakikaten ölçüsüz, mîzânsız, muvanezesiz, hatta sersefil bir fikir, bir yorum... Ama, şuna da emin olun ki, aynı tip kimseler, aynı tarzdaki “tekellüflü teviller”e dayalı gerekçelerle, 1982 Referandumunda da EVET kararı verdiler. Yani, şu mendebur “Darbe Anayasası”nı duâlarla, alkışlarla, takdirlerle desteklediler.
Ve, yüzde yüz kat’iyetinden yanıldılar, aldandılar, aldattılar... Buna itirazı olan varsa, lütfen çıksın göstersin kendini. 12 Eylül Darbesi sonrasındaki ayyuka çıkan o “darbe meddahlığı” doğruydu diyen..., “İyi ki o zaman EVET denilmiş” diyen varsa, lütfen şöyle bir işaret buyursun da görelim.
Yok.. O gün yapılanları savunacak, o günlerde söylenenleri bugün çıkıp söyleyecek yüreğe, cesarete sahip birini bulmak, elbette ki kolay değil.
* * *
Ne yazık ki, “Hafıza-i beşer nisyan ile mâlul”dür. 1980’lerde din adına, dindarlık adına, dahası “Nurculuk adına” yapılanlar ve söylenenlerin çoğu unutuldu, gitti...
Ama, o günlerde sergilenen söz ve davranışları adeta “Unutalım gitsin” diyerek, bugün için o mâzi dosyasını masaya yatırmaya yüreği yetmeyenler, şimdi yine benzer bir batağın içine saplandılar ve düşe kalka gidiyorlar. Bakalım, nereye varacaklar...
* * *
Şimdi, önce Hz. Üstad’ın o ifadelerinde zikredilen ve I. Dünya Savaşı yıllarına (1914-18) damgasını vuran isimleri sırasıyla tanıyalım.
ANTRANİK: 1865 Şebinkarahisar doğumlu olan Antranik (Ozanyan) Paşa, Ermeniler tarafından millî kahraman olarak kabul edilen “Ermeni çete reisi”dir. Avrupa’da militanlık eğitimi aldıktan sonra, Anadolu’ya döndü. Tam bir ihanetin içine girdi. Osmanlı ülkesindeki Ermeni isyanlarının ve yapılan katliâmların çoğunda lider ve organizatör rolünü oynadı. 1927’de Amerika’da öldü. Mezarı 1991’de Erivan’a taşındı.
ENVER: 1881 doğumlu Enver Bey (Paşa), bir Osmanlı subayıdır. Genç yaşlarında hızla terfi ederek Osmanlı Devleti’nin Başkumandanlığı’na kadar yükseldi. Naciye Sultan’la evlenerek Saray’a damat oldu. İtalyan, Balkan ve I. Dünya Harbi’nde bilfiil bulundu. Mağlûbiyetin kesinleşmesi üzerine, yurdu terk etti. Buhara taraflarında Ruslarla çarpışırken, 4 Ağustos 1922’de şehit düştü. Naaşı, 1996’da İstanbul’a nakledildi.
VENİZELOS: 1864 Girit doğumlu olan Venizelos, Birinci Dünya ve İstiklâl Harbi yıllarının en etkili Yunan Başbakanı’dır. Aynı zamanda “Megalo İdea” denilen “Büyük Yunanistan” idealinin en ateşli savunucusudur. Bütün Anadolu topraklarını da içine alan bu büyük ideali gerçekleştirmek için, bir ömür harcadı. 1935’te Yunanistan’dan ayrılarak Paris’e gitti. Bir yıl sonra orada öldü.
SAİD HALİM: 1863’te Kahire’de doğdu. Osmanlı Devleti’nin çeşitli kademelerinde görev yaptı. 1912’de İttihat-Terakki Cemiyeti’nin Genel Sekreteri oldu. Bir yıl sonra M. Şevket Paşa’nın öldürülmesi üzerine, Sadrâzamlık makamına getirildi. Dört yıl müddetle bu makamda kaldı. 1917 Şubat’ında istifa etti. İstanbul’un işgalinden sonra, diğer bazı İttihatçılarla birlikte Malta Adası’na sürgün edildi. Sürgün sonrasında İtalya’ya gitti. 6 Aralık 1921’de Roma’da bir Ermeni terörist tarafından vurularak şehit edildi. Naaşı, İstanbul’a taşındı.
* * *
Şimdilik, kısacık bir yorum.
Hz. Üstad’ın “savaş şartlarında” ve “haricî mütecaviz düşman”a karşı sarf ettiği o sözünü bugünkü iç siyasete tatbik eden mezkûr kimseler, Enver-Said Halim kefesine R. T. Erdoğan’ı koyarlar. Bu, sefilce bir yorum.
Kaypaklık ise, Antranik-Venizelos kefesine kimi koyduklarını söylememeleri veya bunu aynı yüreklilikle izhar etmemeleri... Yürekleri varsa, çıkıp izhar etsinler. Biz de ona göre konuşalım.
Allah aşkına, biz millet olarak 16 Nisan’daki referandumda Enver ile Antranik’ten birini mi tercih ediyoruz? Said Halim ile Venizelos’tan birine mi oy veriyoruz? Söz konusu mukayese, öyle tek taraflı olmaz, olamaz.
Özetle: Risâle-i Nur'daki mizânlar, hem dinî ölçülere, hem de aklî muhakemeye tam mânâsıyla mutabıktır. Nur Talebesi de, tahkik ehlidir. Her söyleneni hemen kabul etmez. Söylenen sözleri mihenge vurmadan almaz; silik ve çürük olanları reddeder.
Son bir not: Üstad Bediüzzaman, iç siyasette Enver'in de, Said Halim'in de içinde dahil oldukları İttihatçılara değil, tam aksine onların muhalifi olan Prens Sabahaddin ve Mizancı Murad gibi Ahrarlara taraf olmuştur. Onların siyasetini daha doğru buluyor, İttihadçıların politikasını ise reddediyor.