Hatası ve sevabıyla birlikte âhiret âlemine göçüp giden Süleyman Demirel hakkında, bundan böyle nisbeten daha objektif ve daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilecek.
Hayatta olduğu sürece, ona karşı duyulan kindarlığın ve pompalanan düşmanlığın şiddeti ve dalga boyu, ne yazık ki ona duyulan sevgiden-saygıdan çok daha yüksekti.
Siyaseti din ve şeriat yerine ikame eden “sâdık ahmaklar”, hayatta en çok nefret ettikleri kişi Demirel’dir. Demirel’den daha fazla kin ve nefret kustukları bir başka şahıs görmedim, bilmiyorum, duymadım...
Bazı testlerle ve anketlerle de sâbit olan bu fecî realite, bu kimselerin—Bediüzzaman’ın tâbiriyle—“adüvv-ü dinden daha muzır”, yani “din düşmanından daha zararlı” olduğunda şüphe yoktur.
Demirel göçüp gittiğine göre, bakalım muhakemeden yoksun bu din bezirgânları bundan sonra ne yapacak ve kime saldıracak...
Zira, bunların öz sermayesi çok kıt ve zayıf olduğundan, genellikle “başkasına düşmanlık”tan beslenirler. Yani, tabiatları itibariyle aksiyoner ve muharrik-i bizzat değil, reaksiyoner ve muharrik-i bilvâsıtadırlar.
Bu sebeple, imân Kur’ân düşmanlarından ziyade, kendi siyasî hesap ve menfaatlerine engel gördükleri kimselere hücûm ederler. Adeta ibadet aşkıyla onları karalamaya çalışırlar. Her türlü yalan ve iftiraya tevessül ile teşebbüs ederler.
Damgacılıkta dünyada üstlerine yoktur. Bir kimseye vurdukları damgayı, kırk yıl uğraşsanız yine de söktüremezsiniz.
Bu da, onların tamirattan ziyade tahribata meyilli olduğunun açık bir göstergesi... Önemle hatırlatalım ki, tamirat Mehdiyetin, tahribat ise Deccâliyetin hesabınadır.
“Siz Demirelcisiniz” damgası
Damgacı bezirgânların, bundan sonra işleri bir hayli zorlaşacak gibi gözüküyor. Zira, ellerinden önemli bir malzeme daha eksildi. O da bizim gibi kimselere şirretçe vurdukları “Siz Demirelcisiniz” damgası...
Artık, bundan böyle bu damgayı da kullanamayacak, onun-bunun üzerine bu etiketi yapıştıramayacaklar.
Gerçekte, biz hiçbir zaman Demirelci, ya da bir başka şahısçı olmadık, olmayız da. Çünkü, bir misyona, bir şahs-ı mânevî bağlı ve hayatın hemen her safhasında düstûrla hareket eden bizlerin nazarında şahıs hiçbir zaman birinci planda olmadı ve olamaz.
Ne var ki, kendi iradelerini şahısperestlik tasmasından kurtaramayan muhakeme yoksunları, bizi de kendileri gibi şahıs peşinde giden kimseler olarak gördüler.
Oysa, bunun realiteyle, gerçeklikle herhangi bir alâkası yoktur.
Dün olduğu gibi, bugün ve yarın da biz daima fikirlere bağlıyız ve temel hizmet ölçüleriyle amel etmeye çalışırız. Bunun dışında bir usûlümüz, prensibimiz yoktur bizim.
Dine, vatana, millete hizmet eden şahısları da takdir ile yâd ederiz, fakat hiçbir şahsa bağlı değiliz ve peşlerinden de gitmeyiz.
Bu mühim noktanın herkes tarafından artık ezber edilmesini cân-ı gönülden arzu ederiz.
Şahıs fâni, dâvâ baki
Üstad Bediüzzaman’ın bu meseleye ışık tutan şöyle bir sözü var: “Şahıs fânîdir; şahs-ı mânevîye istinad eden dâvâ ise bâkidir. Bâki olan bir dâvâ, fânî omuzlara bina edilmez ve edilmemeli.”
Aynı hakikati, kendi şahsı söz konusu olduğunda da tereddütsüzce ifade ediyor. Yani, hiçbir talebesinin kendi şahsına bağlanmasını da istemiyor. Böyle bir bağlılıktan şiddetle kaçınıyor. “Hasenatın, iyiliklerin şahsa mal edilmesini bir haksızlık ve zulüm” şeklinde telâkki ediyor.
Bu meyandaki sayısız ifade ve derslere rağman, tutup Nur Talebelerini şahısçılıkla itham etmek, yerden göğe büyük bir haksızlık ve insafsızlık olsa gerek.
Hayret etmemek elde değil
Bu vesileyle, son olarak hayret ettiğimiz bir noktayı da burada ifade etmek istiyoruz.
Sahih Hadis ile sâbit olan “Ölülerinizi hayırla yâd edin” ifade-i Peygamberiye (asm) rağmen, bazı din kardeşlerimiz, Demirel’in vefatından sonra da ona olmadık hakaret ve isnatlarda bulundu. Adeta kâfirlere dahi göstermedikleri reaksiyonu gösterdiler; ona karşı duydukları kin ve alerjiyi tâ manşetlerden kusma şenaatini bile sergilediler.
Burada hayretimize giden nokta ise şudur: 1960’larda, 70’lerde, hatta 80-90’larda bile istişare kararına uyarak Demirel’in başında bulunduğu partilere gönül ve destek vermiş olan bir kısım Nur Talebelerinin, son yıllarda ve halen de tutup ana sermayesi “Demirel düşmanlığı” olan kişilere ve partilere meyletmeleri ve olanca kuvvetiyle onlara destek vermeleridir.
Cidden, hayret ve taaccüp edilecek bir nokta. Tıpkı, 1980-82’deki gibi 12 Eylül Darbesine taraf olunması, Konseycilerin alkışlanması ve “Darbe Anayasası”na destek verilmesi gibi çok garip bir durum.
Bakalım, bu dostlarımız, ölümünden sonra bile Demirel’e karşı içindekinin tamamını edepsizce kusan muhakeme fukarası siyasetperestlerin arkasından gitmeye devam edecekler mi, yoksa akıllarını başlarına devşirip yeni bir durum değerlendirmesi cihetine mi gidecekler.
Durum, yakın zamanda belirginlik kazanır ümidindeyiz.
@salihoglulatif: Öz sermayesi “Demirel düşmanlığı” olanları, bundan sonra zor günler bekliyor. Zira, yeni düşman ve yeni malzeme bulmaya mecbur olacaklar.