Dün (Pazar günü) Ankara’da Demokrat Parti’nin olağan kongresi ve aday tanıtım toplantısı yapıldı.
Gerek kongrede yükselen mesajlar, gerekse geniş kitlelerin beklentisi, artık tükenme noktasına gelen mevcut iktidara karşı bir alternatif ihtiyacının zarûret derecesine çıktığı noktasında birleşiyor. Böylesi bir ihtiyacın giderek şiddet peydâ edeceğini yıllardır yazıp söylüyoruz. İşte, bundan üç yıl kadar önce (27 Ocak 2016’da) ihtiyaca binaen yazdığımız “Alternatif var mı?” başlıklı geniş yazının bir özeti:
* * *
Siyasî iktidarın millete verdiği sözleri, yaptığı vaadleri hatırlatmak ve bunların gereğini talep etmek, herkes gibi bizim de en tabiî bir hakkımız. Aynı şekilde, yapmış olduğu hataları eleştirmek, yeni hatalara düşmemek için hükûmet ehline gerekli ikazlarda bulunmak da, basın olarak en temel vazifelerimizden biri.
Bununla beraber, siyasetle ilgili konularda yazıp konuşanlar, tenkit etmiş olduğu siyasî iktidarın alternatifinden de söz etmek durumunda. Aksi halde, siyasî tabloya tek taraflı bakmış veya baktırmış olur.
Meslek nâmusu, meseleye alternatifiyle birlikte baktırmayı iktiza eder. Şayet, madalyonun sadece bir yüzüne bakılır ve umumî manzaradan büsbütün tegafül edilirse, o takdirde, kişi kendisiyle birlikte okuyucusunun da ufkunu daraltmaya çalışmış olur.
Hakperest olanlar, ilgilendiği meselenin “şeş cihet”ini de olduğu gibi görmeye ve göstermeye gayret sarf eder. Böylelikle, üzerine düşeni yapmış ve nihaî tercihi okuyucuya bırakmış olur ki, doğrusu budur.
* * *
Evet, demokratik rejimlerde medyanın bir vazifesi de, siyasîlerin icraatını takip, ihmallerini ihtar ve yanlışlarını tenkit ile bildirmektir.
Biz de elimizden geldiğince bu vazifeyi bihakkın yapmaya çalışıyoruz. Vazifemiz gereği, 14 (şimdi 17) yıldır baş döndürücü sayıda hatalar yapan siyasî iktidarı hak nâmına eleştiriyoruz. Fakat, sadece eleştiride bulunmakla vazifemizi tam mânâsıyla yapmış olmayız, olamayız.
Ayrıca, “İyi de kardeşim, bunun alternatifi var mı? Varsa nedir, hangisidir?” şeklindeki mukadder suâllere de cevap vermek gerekiyor. Bu noktada, net bir cevap vermeli.
Onun için, lâfı hiç dolandırmadan ifade edelim ki: Günümüzün siyaset denkleminde ve Meclis aritmetiği içinde, mevcut siyasî iktidarın alternatifi görünmüyor. (Görünmemesi, olmadığı veya olmayacağı anlamına gelmez.)
Burada, hiç tereddüt dahi etmeden diyebiliriz ki: Bu milletin ekseriyeti Halkçı, Türkçü veya Kürtçü partilerin arkasından gitmez ve onları tek başına iktidara getirmez.
Bunların dışında, tek başına iktidar olabilecek köklü siyasî hareketlerden geriye sadece iki tanesi kalıyor. Bunlar da “Dindar Milletçiler” ve “Dindar Demokratlar.” Dindar Milletçilerin fikrî veya mânevî öncüsü Üstad Necip Fazıl iken, Dindar Demokratların fikrî ve mânevî istinad noktası ise Üstad Bediüzzaman ve Nur Talebeleridir... Bugünkü siyasî iktidarın fikrî, zihnî, mânevî (tarikat) kodları gibi, siyasî misyonları dahi Necip Fazıl üzerinden Millet Partisi’ne gidip dayanıyor.
Üstad Bediüzzaman da Emirdağ Lâhikası’ndaki mektuplarda açıkça beyan ediyor. Hülâsaten diyor ki: Eğer Demokratlar düşse, siyaseten iktidara Milletçiler gelir.
Bu demektir ki: Demokratlar iktidardan düşebilir ve yerine de Halkçılar değil, Milletçiler gelir. Halkçıların iktidara gelmesi ise, ancak darbe ile, yani Demokratları bir şekilde devirmek sûretiyle mümkün olabilir; siyaset yoluyla veya seçim usûlüyle değil.
Demokrat misyon darbe (1980) ile devrildiği için, onun yerine Milletçilerin versiyonları iktidara geldi. Tabandaki oylar, o misyondan bu misyona “yatay geçiş” yaptı.
Evet, siyasette, geniş seçmen kitlesinin oyu dikey (Halkçı, Türkçü, Kürtçüye) geçiş yapmaktan çok, yatay (Demokrat ve Milletçiler arasında) geçişler yapmaya meyyâldir.
Demokrat misyon, tıpkı “organik tohum” misâli, elbet onun da bir vakt-i merhûnu var. Aradan otuz beş sene bile geçse, yine canlanma, ihya olma şansına sahiptir.
Zira, şahıslar ölse de, misyonlar ölmez.