Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri durumun böyle olacağını bildiği için din adına siyasete girmek isteyenlere asla müsamaha ile bakmamış ve engel olmaya çalışmıştır.
Nitekim Eşref Edip gibi çok değerli dostları “İslam Demokrat Partisi” gibi siyasî teşebbüslere girince talebelerini ikaz etmiş ve “Eşref Edib kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî İslâmiyet mücahitlerinden bir kardeşimdir ve Nur’un bir hâmisidir. Ben vefat etsem de Eşref Edib, Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum. Fakat Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok ve Risale-i Nur, rıza-i İlâhîden başka hiç bir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’un mensubları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlarını ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil. Çünki iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Hâlbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlâs kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur’u hiç bir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar.” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 545.) diyerek onların dine ve imana olan hizmetlerini takdir etmekte ve dostluğunu kabul etmektedir; ancak siyasî çıkışlarını tasvip etmemektedir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri “Güneş gibi hakikat-i imaniye ve Kur’âniye, yerdeki muvakkat ışıkların cazibesine tabi ve âlet olmadığı gibi; o hakikati cidden tanıyan, değil küre-i arzdaki hâdisata belki kâinata da âlet edemez” buyurmaktadır.
Sermayesi yalan ve yalancılık olan siyaset propagandaları maalesef insanî ve İslâmî değerleri törpülemeye ve insanları muhteris birer canavar yapmaya, merhametsiz ve kardeşlik duygularına zarar vererek tahribine devam etmektedir. Gafletin en dehşetlisi bu nevi siyasî boğuşmalarla ortaya çıkmakta ve bundan istifade eden şuurlu düşmana şuursuz bir şekilde alet olarak ülke ve vatan zararına sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “İnsan zalim ve cahildir” (Ahzab Suresi: 72.) buyurur. Bunun en bariz ve en geniş örnekleri bu asrın siyasî boğuşmalarında açıkça görmek mümkündür. Dolayısıyla bu gibi siyasî cereyanlara değil taraftar olmak veya merakla takip etmek ve onların yalan, aldatıcı propagandalarını dinlemek ve müteessirane mücadelelerini seyretmek, belki o acib zulümlere bakmak da caiz değildir. Çünkü zulme rıza zulümdür; taraftar olsa, zalim olur. Meyletse “Zulme azıcık da olsa meyletmeyiniz; yoksa cehennemin dehşetli ateşi size dokunur” (Hud Suresi: 110.) ayetinin tehdidine mazhar olur. (Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 294.)
Bu asırda bilhassa ülkemizde ehl-i dalalet ve ilhadın halkı ve inananları ezmesinin altında maalesef saf ve samimi mü’minlerin safderunluğu ve siyasî taraftarlığı yatmaktadır. Her nevi kötülük saflıktan ve iyi niyetten kaynaklanır. İyiliğin iyilik, hayrın hayır olması sadece niyete bakmaz, sonucuna bakar. Amelin sonucu iyi ise o amel iyidir. Kötü ise başının iyi olması ve niyetin halis olması onu değiştirmez. Bunun içindir ki Peygamberimiz (sav) “Allah’ım! Amellerimizin sonunu hayreyle ve bizi hayırlı amellere muvaffak kıl!” şeklinde dua etmiş ve bizim de böyle olmamızı ve bu şekilde dua etmemizi istemiştir.
Bu nedenle Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ehl-i imanı ikaz ederek şöyle der: “Bu asrın acib bir hassasıdır. Elması elmas bildiği hâlde camı ona tercih eder. Bu asırdaki ehl-i İslâm’ın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canileri de âlîcenâbâne afvetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibadı mahveden adamdan bir tek haseneyi görse, ona bir nevi tarafdar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâsına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşeddüdüne kader-i İlâhiyyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler.” (Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 48.)
İşte bu zamanda zulüm ve haksızlıkların devam ediyor olmasının altında ehl-i İslâmın safderunluğu ve siyasî taraftarlıkları yatmaktadır. Bu nedenle ehl-i imana yol gösterecek ve istikamet tayin edecek olan Nur Talebelerinin uyanık ve akıllı olmaları çok daha büyük önem arz etmektedir. Yoksa Risale-i Nur Talebeliğine liyakat kesbetmemiş olurlar.
- SON -