Bugün, İngiliz işgali altındaki İstanbul’da yazıp dağıttığı Hutuvat-ı Sitte kitabı ve Anadolu’daki millî kurtuluş hareketine verdiği destek Ankara’da takdirle takip edilen Üstad Bediüzzaman’ın ısrarlı davetler üzerine gittiği yeni başkentte Büyük Millet Meclisinde resmî hoşamedi töreniyle karşılandığı günün yıldönümü.
9 Kasım 1922’de Bitlis Milletvekilleri Arif, Derviş ve Resul; Muş Milletvekilleri Kasım ve İlyas Sami; Siirt Milletvekili Salih ve Ergani Milletvekili Hakkı Beyler Meclise “Vilâyat-ı Şarkiye ulemâ-yı benamından (doğu vilâyetlerinin seçkin âlimlerinden) olup Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âliyi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelerek sâmiin (dinleyici) locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine hoşâmedi edilmesini (hoşgeldiniz denilmesini) teklif ediyoruz” şeklinde bir teklif vermişlerdi.
Teklifin alkışlarla kabulü üzerine Antalya Milletvekili Rasih Efendi “Kürsüye teşriflerini ve dua etmelerini kendilerinden rica ederiz” diyerek Bediüzzaman’ı kürsüye davet etti.
Üstad da kürsüye çıkarak Millî Mücadele gazilerini tebrik ile dua etti. Ama bu coşkulu karşılamayı izleyen günlerde milletvekillerinin namaz başta olmak üzere dinin icaplarını yerine getirme konusundaki gevşekliklerini görünce onları ikaz etme gereği duydu.
Yazdığı on maddelik beyannameyi önce Meclis Başkanına ulaştırdı; onun bunu sümenaltı etmesi üzerine matbaada bastırıp çoğaltarak milletvekillerine ve kumandanlara dağıttı.
Beyannamede namazın yanı sıra son derece önemli başka mesajlar da yer alıyordu:
“Şu inkılâb-ı azîmin (büyük inkılâbın) temel taşları sağlam gerek. Şarkı (doğuyu) ayağa kaldıracak din ve kalptir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz (uyandırdınız), fıtratına muvafık (yaratılışına uygun) bir cereyan veriniz, yoksa sa’yiniz (gayret ve emeğiniz) ya hebaen mensura (boşa) gider, veya muvakkat, sathî (geçici ve yüzeysel) kalır” gibi...
Saltanatın kaldırılmasına itiraz etmeyip, bu görevin Meclis tarafından üstlenilmesi çağrısında bulunması da bu mesajlardandı.
2. Meşrutiyetten beri “Zaman şahıs değil, cemaat zamanıdır” deyip adalet, meşveret ve hukukun üstünlüğünü vurgulayan bu tavır 100 yıl sonra, ülkenin tek adam rejimine hapsolduğu bir ortamda ayrı bir değer taşıyor.