Arafat meydanında hacılar, kendilerine ayrılan büyük çadırlarda duâ ettiler ve cemâatle sabah namazı kıldılar. Teşrik tekbirleri getirdiler.
DİZİ: HAC NOTLARI - 5
İBRAHİM GÜNAYDIN
CİN MESCİDİ VE CİN GRUBUNUN MÜSLÜMAN OLMASI
Peygamberimiz (sav) Taif’de taşlandıktan sonra Mekke’ye döndü. Dönüşünde Süleymâniye Mahallesine ve Cin Mescidinin olduğu yere gelince sabah namazı kıldırdı.
Nusaybin ecinnilerinden bir grup Peygamberimizin (asm) namazda okuduğu Kur’ân âyetlerini dinledikten sonra çok etkilendiler. “Olağanüstü güzellikte pek hârika bir Kur’ân dinledik” dediler. Kur’ân’ın belâğat, fesâhât ve mânâ yönleri onlara çok tesir etti. “Beklenen son peygamber budur!” deyip iman ettiler. Çünkü onlar da son peygamberin geleceğini biliyor ve bekliyorlardı.
Cinler Peygamberimizi son peygamber kabul ettiler. Kendi kavimlerine döndüler. Kendi kabîlelerini ve cin tâifelerini İslâm dînine çağırdılar. Tebliğ ve tebşîr görevinde bulundular.
Olup bitenlerden Peygamberimizin haberi yoktu. Cin sûresi nâzil oldu ve orada cinlerin Kur’ân’ı dinledikten sonra Müslüman oldukları anlatıldı. Peygamberimiz Taif’te taşlandı. Bu duruma çok üzüldü. Sadece Addas isimli bir köle Müslüman oldu.
Cin Mescidi’nin olduğu yerde çok sayıda cin grubunun Müslüman oluşuna da Peygamberimiz çok sevindi ve tesellî oldu. Cinlerin Müslüman oldukları bu yere bir mescit yapıldı ve bu mescide Cin Mescidi ismi verildi. Arapça olarak girişinde “Mescidü’l-Cin” yani Cin Mescidi yazıyor. Hacıların en çok ziyaret ettikleri mekanlardan biri de Cin Mescidi’dir.
PEYGAMBERİMİZİN HİÇ UNUTAMADIĞI HZ. HATÎCETÜ’L-KÜBRÂ
Hz. Hatice annemiz, Peygamberimize (sav) ilk iman eden kadındır. Mekke’nin en zengin kadın tüccarlarından biri idi.
Özellikle 616 ilâ 619 yılları arasında müşrikler Müslümanlara ekonomik ambargo uyguladılar. Bu ağır boykot kararı ile Müslümanlara yiyecek ve içecek vermediler. “Böylece Müslümanların tamamı açlıktan ölür.” diye düşündüler. Müslümanlar, açlıktan ağaç ve ot kökleri yiyerek hayatta kalmaya çalıştılar. İşte Müslümanların bu en zor anlarında Hz. Hatice annemiz bütün servetini harcadı ve Müslümanların sıkıntılarını giderdi. En ağır şartlarda Peygamberimize ve Müslümanlara çok fedâkâr davrandı. Bu sıkıntılı sınavların son bulması için büyük destek sağladı. Tüm servetini sıfırladı.
Mekke’nin en zengini idi. Fakat tüm varlığını İslâmî hizmetlerde harcadığı için Mekke’nin en fakir kadını olarak vefat etti.
Ölene kadar, vefâ, teslimiyet, sebat, sadâkât ve tevekkülde bizlere örnek oldu.
İşte bu yüzden ona “En büyük Hatîce” anlamında “Hatîcetü’l-Kübrâ” dendi.
Peygamberimiz onu her vesile ile hayırla anar ve onun İslâm’a hizmetlerini anlatırdı.
Peygamberimizi en çok koruyan ve kollayan Hz. Hatîce oldu. Sonra da amcası Ebû Tâlib oldu.
İkisi de üç gün arayla vefat ettiler.
Peygamberimiz Hz. Hatîce ile Ebû Tâlib’in ölümüne çok üzüldü. İşte sevgili ve şefkatli nebîmizin çok üzülmesi ve pek kederlenmesinden dolayı bu yıla “Üzüntü yılı” anlamında “Senetü’l-Hüzün.” dendi.
CÂHİLİYE DÖNEMİNDE SAFÂ VE MERVE TEPELERİNDE BİRER PUT VARDI
İbn-i Abbas radıyallâhu anh’dan rivayete göre Safâ’daki put erkek insan suretinde idi. Bu putun adı İsaf idi. Merve’deki put da kadın şeklindeydi ve bu putun adı ise Nâile idi. Ehl-i Kitâbın inancına göre bu erkekle kadın Kâbe’de zina suçu işlediler.
Cenab-ı Hak da onları ceza olarak taş şekline çevirdi. İnsanların ibret ve ders almaları için taş haline gelen erkeğin heykeli Safa’ya, kadının heykeli de Merve’ye kondu. İbret-i âlem için konulan bu insan heykellerine belli bir zaman geçince insanlar tapmaya başladılar.
İnsanlar cahiliye döneminde bu iki put arasında tavaf yapar ve bu putlara dokunurlardı.
İslâm dini zuhur edince Kâbe’deki putlar parçalandığı gibi, bu putlar da kırılıp yok edildi. Şirk alâmetleri kaldırıldı. Çünkü şirk en büyük günahlardandır.
Bu iki putun imha edilmesine rağmen Safa-Merve arasında sa’y yapan Müslümanlarda bir tereddüt başladı. Kalplere şüphe girdi. Bu olay üzerine Bakara sûresinin 158.âyetinde şüphe ve tereddüdün yersiz olduğu ve yapılan sa’y’in günah olmayıp hac menâsikinden sayıldığı şöyle bildirildi:
“Safâ ile Merve, Allah’ın farz kıldığı hac ibadetinin işaret ve sembollerindendir. İşte bu bakımdan kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse, tavafı bunlarla yapmasında ona bir günah yoktur. Her kim de gönüllü bir hayır yaparsa, şüphesiz Allah şükrün karşılığını veren ve her şeyi bilendir.”
Kâbe’nin yakınında ve Gazze garajından sonra otobüslerin girdiği tünelin girişinde “Unuttuğun zaman Rabbini anıp zikret” ikazı var. İşte bütün sapmalar ve günahlar Allah’ı unutmakla başlıyor. Allah’ı unutan kişiye Cenâb-ı Allah hemen insan ve cin şeytanları musallat eder. Sonrasında bu şeytanlar onu şirke, kebâire ve günahlara sürükler.
Bunun tek çaresi ve ilâcı; Allah’ı anmak, ona ferâizle yakın olmak, tevbe ve istiğfarla günahları imha etmektir. Kibir ve kebâirden kaçınmaktır. Zikir, fikir, şükür ve ilimle marifetullah ve muhabbetullahta terakkî etmektir. Tâ ki her türlü puttan ve şirkten emîn olalım.
**
ŞEYTAN ALLAH’I ANMAYANA MUSALLAT OLUR
Şeytanın en büyük hedefi Allah’ı ve ibadetleri unutturup günah işleterek insanı cehenneme yollamaktır.
İnsan ve cin şeytanları insanı nefsin hoşuna gidecek şehevî şeylerle oyalar ve boyalar. Mevki, makam, rütbe, para kazanma hırsı ve günahları cazip göstererek meşgul eder. Böylece insan Allah’ı anmaya, onu zikretmeye ve farzları edâ etmeye vakit bulamaz. İşte insan ve cin şeytanlarının tuzağına düşmemek için Cenâb-ı Allâh bizleri Zuhruf sûresinin 36. ve 37. âyetlerinde şöyle îkaz ediyor:
“Kim Rahmân olan Allah’ı anmaktan ve zikretmekten gâfil olursa, ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o, onun ayrılmaz dostu olur. Şüphesiz arkadaş ve dost olan o şeytanlar, onları yoldan çıkarırlar. Onlar ise kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler.”
Hac ve umrenin hedeflerinden biri de Allah’ı anma, farzları eda etme, kibir ve kebâirden kaçınma, dilin afetlerini terk etme, ihlâs ve takvâ alışkanlığı kazanmaktır. Arafat’ta vakfeye durma, Müzdelife’de Allah’ı zikretme ve cemrelerde şeytan taşlamanın hedefleri de budur. Zikrullah, şükrullah, fikrullah, istiğfar ve güzel ahlaktır. İhlas ve takvâdır.
Çünkü menâsik-i haccın yapıldığı yerler kutsal yerlerdir. Önemine binâen Allâh’ın Kur’ân’da yemin ettiği yerlerdir. Kutsal kabul ettiği ve ismen zikrettiği mekânlardır. “Rabbinizin lütfundan ticaret istemeniz size günah değildir. Arafat’tan indiğiniz zaman Meş’ari Haram yanında (Müzdelife’de) Allâh’ı zikredin, O’nun size öğrettiği gibi zikredin.” (Bakara, 2/198)
İŞTE İMKÂN İŞTE MEKÂN İŞTE FIRSAT ARAFAT VAKFESİ
Terviye günü ikindi namazından sonra farz olan vakfe ibadeti için Arafat meydanına geldik. (Dün) 8 Zilhicce Terviye günü idi. (Bugün) de 9 Zilhicce arefe günü. Terviye, kana kana su içmek ve suya kanmak demektir.
Terviye; istiğfar, tevbe, tesbih, tehlil, tekbir, zikir, fikir, şükür, duâ ve münâcât ile kana kana mânevî su içerek günahlardan temizlenmektir. Terviye, mânevî kirler olan günahlardan arınmaktır.
Terviye, Arafat vakfesine hazırlıktır.
Arafat meydanında hacılar, kendilerine ayrılan büyük çadırlarda duâ ettiler ve cemâatle sabah namazı kıldılar. Teşrik tekbirleri getirdiler. Duânın ardından okunan hatimlerin duâsını kafile başkanımız yaptı. Ardından kısa ve özlü bir vaaz etti. Sonra da âlem-i İslâm’ın sıkıntıları ve Müslümanların dirlik, birlik, beraberlik ve ittifakı için duâ etti.
Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem: “Hac, Arafat’tır.” buyurarak, Arafat’ta hacıların anadan doğmuş gibi günahlardan temizleneceğini ve Cenneti kazanacağını müjdelemiştir.
Çünkü burada ihlâsla yapılan duâlar geri çevrilmiyor, kabul ediliyor. Biz de bu büyük müjdeye güvenerek duâ ve niyazda bulunduk, gözyaşları döktük.
“Yâ Rabbi! Enbiyânın istediğini, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin senden istediğini biz de istiyoruz. Yâ Rabbi! Bizden duâ isteyen ve istemeyen akraba ve dostların ne sıkıntıları varsa acilen gider! Onların hastalarına acil şifalar ver. Dertlerine devalar ver. Borçlarını kolayca ödemeyi nasip eyle! Çocuklarını âhirzamanın şerlerinden, insan ve cin şeytanlarının şerlerinden, tağut ve deccal belâsından koru! Onları namaz kılanlardan eyle” diyerek Arafat meydanında duâ ettik.
Ya Rabbi! Haccımızı mebrûr, mağfur ve makbul eyle! Âmîn, yâ Muîn ve ya Müsteân!
—DEVAMI YARIN—