Erkek ve kadın, psikolojik/ruhî ve biyolojik/vücut yapısı yönünden farklı yaratılan, ancak birbirini tamamlayan insanlardır. Bu durum, her birinin ailede ve sosyal hayattaki vazifelerinin de farklı olması gerektiği sonucunu doğurur.
Meselâ erkek eş, bir iş kolunda çalışarak ailenin geçiminden birinci derecede sorumlu iken evin tertibi, aile fertlerinin eğitimi kadının ilk sırada gelen vazifelerindendir. Tabiri caiz ise erkek dış işleri, kadın iç işleri bakanı mesabesindedir.
Bir toplumun medeniyette ilerlemesi, huzur ve sükûn içinde bir hayata sahip olması, maddî–manevî yönden iyi eğitilmiş, sağlıklı nesillerin yetiştirilmesine bağlıdır. Böylesi nesillerin yetişmesi ise, ailelerde annelerin ve babaların vazifelerini bihakkın yapmaları ile mümkün olur. Bu da erkek gençlerin sorumluluklarını yerine getirebilen iyi bir aile reisi adayı, kızların da anne adayı olmaya, hayırlı nesiller yetiştirmeye özendirilmeleri ile gerçekleşir.
Aile gelirinin yetersiz olduğu durumlarda çocuklarının nafakasını kazanmak zorunda kalan hanımlar istisna tutulursa, körü körüne Batı taklitçiliğinin bir yansıması olarak genç kızlar ve hanımlar, iş hayatının acımasız çarkları arasına atılmaya teşvik edilmektedirler.
Sağlık, eğitim gibi belli alanlarda kadın istihdamı gerekli olsa da, ülkemizde kamu ve özel sektörleri, milyonlarca üniversite mezunu erkek işsiz dururken, onların yapacağı işleri kadınlara yaptırmayı tercih etmektedirler. Kamu sektörü yanında, özel sektör müesseselerinde, dev AVM’ler ve diğer iş merkezlerinde çalışanların nerdeyse üçte ikisi kadınlardan meydana gelmektedir.
Ne yazık ki bu uygulamalar, ilerideki yıllarda toplumda muhtemel sosyal patlamalara zemin hazırlamaktadır. Zira hissiyatları galeyanda olan işsiz, parasız erkek gençlerin, ailelerinden iyi bir iman ve ahlâk eğitimi almamaları halinde, toplumun sosyal hayatını karartan fuhuş, hırsızlık olayların failleri olmaları, terör, mafya, uyuşturucu tüccarı odakların tuzaklarına düşerek hayatlarının kararması kuvvetle muhtemeldir.
Diğer taraftan çalışma hayatına atılan kadınlar da, birinci derecede işyerlerindeki işlerini düşünürlerken, “ekonomik bağımsızlığının” verdiği öz güvenle(!) evliliği ikinci, üçüncü plana itmektedirler, ya da maddî durumu yüksek olanlarla evlenmeyi beklemektedirler. Böyle birini bulamayanlar evlilikten imtina etmektedir. Bunlardan evlenenlerin çocukları ise, kreşlerde veya akrabalarının yanında anne sevgisi ve şefkatinden uzak bir çevrede büyümektedirler.
Çeşitli sebeplerle meşru evliliklerin zorlaştı(rıl)ğı toplumlarda ahlâksız ve gayr-i meşru ilişkilerin yaygınlaşması kaçınılmaz olur.
Son söz: Devleti idare edenler, hâlihazırda erkeklerin aleyhine, kadınların lehine işleyen yanlış istihdam politikalarını en kısa bir zamanda gözden geçirmelidirler. Sahanın uzmanlarına danışarak toplumun sosyal dengesini gözeten gerçekçi ve adil bir istihdam politikası belirleyip uygulamaya koymalıdırlar.
Öte yandan Milli Eğitim Bakanlığı, -iyi nesiller yetiştirmeyi netice veren sağlıklı aileler oluşturmak gayesiyle- erkek ve kız öğrencileri yaratılışlarına ve toplumun sosyolojik yapısına uygun hedefler gösteren bir eğitim modeliyle eğitilmelerini sağlamalıdır.