Çevremizde bizzat şahit olduğumuz, birçok insanın ebedî hayatını tehdit eden, ciddî manada mahveden, belki de farkına varmadan işledikleri günahları, girdikleri isyanları; bizler de çoğu zaman düçar olduğumuz ülfetlerimiz sebebiyle maalesef görmüyoruz, olup bitenleri normal karşılıyoruz.
Dinî hassasiyetler zedelenince zamanla ülfetlerimiz gafletlere inkılâp ediyor ve ondan sonra gözümüzün önünde işlenen hemen her türlü gayr-ı meşruluğa, gayretullah’a dokunan sapkınlıklara, tuğyanlara karşı gözümüzü kulağımızı kapatıp, nemelazımcı bir tavırla olup bitenlere karşı bigane kalıyoruz maalesef.
Bu gaflet hâli devam ettikçe nerede ise hepimizin manevî hayatımızı, ebedî hayatımızı riske sokan, tehdit eden tehlikeleri göremiyoruz veya görmek istemiyoruz.
Meselâ Üstad Bediüzzaman’ın, “felâket helâket asrı” diyerek bu zamanda yüzer günahların saldırılarına maruz kaldığımızın farkında mıyız?
Yine Üstad’ın, son nefeste iman vesikası için “bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığı” gibi dehşetli tespitlerini doğru okuyup ona göre derde deva olacak çare ve tedbir arayışlarına giriyor muyuz?
Yine Üstad’ın, “Bir edepsizin yüzünden bazen olur ki bir memleket harap olur.” ikazları çerçevesinde müşahade ettiğimiz tabloya baktığımızda, değil bir, belki binlerce, yanlışın bulunduğunu görüyoruz. Bunların ıslâhı yolunda hangi çabaların içindeyiz acaba?
Yine onun, “Eski zamanda bir memlekette bir kâfir-i mutlak yerine, şimdi bir kasabada yüz tane bulunabilir.” şeklindeki teşhisini doğru okuyup çare arayışlarına mı giriyoruz yoksa bu ciddî tehlikeyi görmezden mi geliyoruz acaba?
Zübeyir ağabeyin, “Teessür ve ıztırap karşısın-da kalbden bir parça kopsaydı, ‘Bir genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lâzım gelir.” Diyerek, vücudunun zerratı adedince ızrırap ve elemini ifade ettiği bu feryadını doğru okuyup, milyonlarca gencin düçar oldukları ateizm, deizm gibi marazlarına çare noktasında bir şeyleri dert ediniyor muyuz?
Bir lise bahçesinde rakseden genç kızların bu hâline şahit olan Üstad Bediüzzaman’ın ağladığını düşündüğümüzde bugün sokak-larımızdaki fena görüntüler karşısında tedbir ve çare noktasında bir çabamız var mı?
“...karşımda müthiş bir yangın var, alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.” Diyerek, manevî yangından haber veren Üstad Bediüzzaman, ömrü boyunca bir avuç fedakâr talebesiyle beraber bu manevî yangını söndürmeye çalıştı.
Bugüne kadar, Üstad’ın feveran ederek haber verdiği bu yangın bize göre daha da şiddet-lenerek devam ediyor. Başta gençlerimiz olmak üzere bütün insanlığın ebedî hayatını mahvetmek için ifsat komiteleri boş durmuyorlar, habire bu yangına benzin dökmeye devam ediyorlar.
Hadimler olarak yükümüz ağır, işimiz zor. Sorumluluğumuz ve manevî mesuliyetimiz çok. Bu korkunç yangını söndürmek için haydi iş başına!