Kul hakkı İslam dininde çok önemlidir. Şehidlere bile bu konuda ayrıcalık tanınmamıştır.
Yani kulun hakkını ancak hak sahibi olan kul affedebilir. Her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifelerini ihmal etmesi durumunda tövbe ile Cenab-ı Allah’tan af dileyerek kurtulması ihtimal dahilindeyken kul hakkında bu durum mümkün olmamaktadır.
Demokrasinin ileri düzeyde uygulandığı ülkelerde kişilerin özlük hakları korunduğu gibi toplum içerisindeki ilişkilerinden doğan hakları da korunmaktadır. Bu da “adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet [güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması]” ile sağlanmaktadır. Yani ‘kul hakkı’ demokratik devlet güvencesiyle korunmaktadır.
Bu durum ‘dindar İsevîler’in başarısıdır. Dolayısıyla İsa Aleyhisselâm’ın başarısıdır. Çünkü adı demokrasi de olsa ‘istibdat’ uygulayan hiçbir ‘diktatöryal rejim’ kul hakkına önem vermez. Çünkü bizzat rejimin başındakiler baskıyla ve zorbalıkla kul hakkına tecavüz ederler.
Dindar İsevîler, Bediüzzaman Hazretlerinin; Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın bildirdiği Âhirzaman müjdesini yüz yıl öncesinden yorumlayarak ‘Hristiyanlık dininin saflaşarak İslam dinine yaklaşacağı’ tesbitini doğrulamışlardır.
“Şeriatta; yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir. Onu da ulû’l-emirlerimiz düşünsünler” diyen Bediüzzaman Hazretleri’nin yüzde birlik olarak bahsettiği siyasi yönetimi İslam dinine yakın hale getirmişlerdir.
Hristiyan âleminde bu güzel gelişmeler olurken; maalesef İslam âleminin istibdat rejimleri ile ayak sürümesi ‘zillet’ içerisinde ‘İlâhî tokatlara’ müstahak olmasına yol açmıştır. İslam milletlerinin cehalet, zaruret, fakirlik, düşmanlık ve hukukunu bilip savunamama gibi hastalıklara maruz kaldığını gören Bediüzzaman Hazretleri bu durumlardan kurtuluş çarelerini eserlerinde izah etmiştir.
Peki, madem demokratik ülkeler idare sistemleriyle nispeten huzur bulmuşken neden aynı ülkeler Müslüman ülkelerde ve üçüncü dünya ülkelerinde sömürgeci zihniyetlerine devam etmektedirler?
Mesela Fransa; Afrika kıtasındaki on beş ülkenin gelirlerinin yüzde seksen beşini şirketler vasıtasıyla gasp ederken ancak yüzde on beşlik geliri bu ülkelere bırakarak, ‘bir sonraki seneye de köleliklerine devam etsinler’ mantığıyla hareket etmektedir. Uyanıp itiraz eden ülkelerde karışıklık çıkararak ya da darbe yaptırarak kendilerine hizmet eden idarecileri yönetime getirmektedir.
Bediüzzaman’ın tespiti şöyledir: “Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr [ücretli] olmak da istemez.” (Sünuhat, Rüyada Bir Hitabe).
Bediüzzaman Hazretlerinin ‘gizli zındık komiteleri’ ve ‘dinsizlik cereyanları’ diye isimlendirip dikkat çektiği bu ‘güç ve sermaye’ odakları hem ‘dindar İsevî’leri hem de Müslüman ülkeleri taciz etmeye devam etmektedir.
İşte bu yüzden ‘insani değerler’e sahip çıkılması önem kazanmaktadır.