Bu soruyu farklı bir bakış açısıyla değerlendirelim.
Diyelim ki dünya üzerindeki bütün ülkeler mevcut İslam ülkeleri gibi olsalar ‘İslam dünyaya hâkim’ olur muydu? Genelde ‘istibdat’ın her türlü çeşidinin bulunduğu ‘tek adam’ ya da ‘oligarşi’ yani küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şekli sayesinde İslam yaşanabilir miydi?
Bu sorulara hiç kimse ‘gönül rahatlığı’ ile ‘evet’ diyemez. Çünkü insanın temel hakları dediğimiz can ve mal güvenliliği, adalet, hukuk, insanların haklarını temin, devlet yönetimini kötüye kullanmamak vs. gibi ilkelere sadık kalmayan idarelerle ‘adil devlet’ olunamaz. Bu da ‘şeri’ değildir.
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri İslam toplumlarının ve genel olarak Asya kıtasının geri kalmasının esas sebebinin gerekli hürriyet ve şurâ kurumlarını geliştirememiş olmalarına bağlayarak, “Asya’nın ve âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkisinin birinci kapısı meşrutiyet-i meşrua ve şeriat dairesindeki hürriyettir. Ve talih ve taht ve baht-ı İslâmın anahtarı da meşrutiyetteki şûrâdır.” “Müslümanların hayat-ı içtimaiyye-i İslamîyyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şeriyyedir. Ve emruhum şura beynehüm (Şurâ, 38) âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor.” tesbitinde bulunmuştur.
Ayrıca “Şeriat ta; yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir. Onu da ulû’l-emirlerimiz düşünsünler.” diyen Bediüzzaman Hazretleri; o yüzde birlik ‘siyaset’in de “adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet” (güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması) şeklinde uygulamasını savunmuştur. Çünkü Cenab-ı Allah’ı ‘külli irade’ sahibi olarak bilen insanların kendilerine verilen ‘akıl’ ve ‘cüzi irade’ ile devleti idare etmesinde mahzur yoktur. Bilakis Cenab-ı Allah’ın insana verdiği ‘seçme hürriyeti’ bunu gerektirir.
Yaklaşık otuz âyet ile Kur’ân-ı Kerîm’de emredilen adalet ve adil olmak ile en az iki âyette açıkça emredilen şûrâ ve meşveret; hukukun herkese eşit şekilde uygulanması, Hazreti Peygamber Aleyhissalatü Vesselam’ın hayatında en güzel şekilde tezahür ederek on beş asır öncesinden âlem-i İslâm’a örnek teşkil etmiştir. Bütün bu hakikatlerin İslâm’ın özünde zaten var olduğunu ifade eden Bediüzzaman Hazretleri’nin günümüzde beşeriyetin ulaştığı ve İslâm’a en yakın bir uygulama olan idari sisteme sahip çıkmaması düşünülemez.
“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide,44) ayetini delil olarak ileri sürenlere karşı; Bediüzzaman Hazretleri de Münâzarât isimli eserinde, bazı kimselerin Kanun-u Esasiyi ve hürriyetin ilânından dolayı idarecileri tekfir ettiklerini belirtmekte ve onların “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler” ifadesinin “Allah’ın hükmünü tasdik etmeyenler” manasında olduğunu bilmediklerini beyan etmektedir.
Meşhur İrlandalı yazar, siyaset bilimci, düşünür George Bernard Shaw: “İngiltere’de demokrasi kemale ermiştir. Bir adım ötesi İslâm’dır” diyerek İngiltere, Amerika ve Avrupa’daki demokrasinin bile Asr-ı Saadetteki demokrasiye yetişemediğini itiraf etmesi boşuna değildir. Çünkü demokrasilerde, meselâ bazı milletvekillerine ve idarecilere tanınan dokunulmazlık hakkı İslamiyet’te yoktur. Herkes hukuk karşısında eşittir.
Ahir zamanda Müslümanlarla dindar İsevileri bir araya getirip medar-ı niza meseleleri ortadan kaldıracak en önemli ‘unsur’ demokrasidir. Ancak ‘demokrasi’ sayesinde dinsizlik fikrine ve uygulamasına galip gelinerek dünya barışı ve İttihad-ı İslam sağlanabilecektir. Böylece büyük bir peygamber müjdesi ve mucizesi olan ‘İslam’ın dünyaya hâkim olması’ gerçekleşecektir. Bediüzzaman Hazretlerinin ısrarla ‘istibdat’ rejimlerine karşı çıkıp ‘hürriyet ve meşrutiyeti’ savunması bu büyük peygamber müjdesindeki vazifesinden dolayıdır.