Ne güzeldir bildiğini bilen insanlar.
Bilginin deniz kendilerinin ise o denizin ancak kıyısında bulunduklarının farkındadırlar. Tevazu sahibidirler. Bilmedikleri ya da bilemediklerinin mahcubiyeti içerisinde olduklarından boş yere gururlanıp kibir göstermezler. Bu sebeple bir atasözünde “bilen ve bildiğini bilen akıllıdır, onu izleyin. Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır, onu uyandırın. Bilmeyen ve bilmediğini bilen bir öğrencidir, ona öğretin. Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyenden sakının” denilmiştir.
İmam-ı Şabi buyurdu ki: “Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır. Allah rızası için, bilmediği bir hususta susanın aldığı mükâfat, bildiği hususta konuşanın aldığı mükâfattan az değildir, çünkü cehaleti kabul etmek, nefse çok ağır gelir.”
İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri, bir suale ‘bilmiyorum’ deyince, “Hem beyt-ül-maldan (hazineden) maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun” dediler. Onlara şu cevabı verdi: “Beyt-ül-maldan, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, beyt-ül-malın hazineleri bana yetmezdi!”
Bir âlime bir mesele soruldu. “Bilmiyorum” dedi. Sual soran kimse “Oturduğun mekân cahillerin yeri değildir.” deyince âlim zât, “Bu makam, bazı şeyleri bilen bazı şeyleri de bilmeyen kimselerin mekânıdır. Her şeyi bilen, ilmi dışında hiçbir şey olmayan Allah Teâlâ mekândan münezzehtir; onun için mekân yoktur.” diye cevap vermiştir.
Bilmediğini bilmeyenler ise en kötü gruptadırlar. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim bu konuda şöyle uyarılarda bulunur: “Ayetlerimiz konusunda ‘alaylı tartışmalara dalanlar’ (onlar bir başka söze geçinceye kadar) onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma.” (En’am Suresi, 68. ayet).