Suriyeli muhalifler maalesef mecbur bırakıldığı bir iç savaşa girdi. Şüphesiz bunda hariçten yapılan destek vaatleri ve ölçüsüz konuşmaların ve teşviklerin de rolü var… Rejimin tahrik ve tertipleri ve Selefî ve selefileşen grupların da faaliyetleri ile adeta iç savaşa zorla itildi.
Suriye’nin son beş-altı sene içinde yaşadığı zulüm, katliâm ve kargaşa ne Haçlı saldırılarında ne de Moğol işgalinde görülmedi. Suriye eski adıyla Bilâd-ı Şam tarih boyunca medreseleriyle, tekkeleriyle ilim ve irfan merkezi olmuştur. Yine ticaret için de emniyetli geçiş yolları hususiyetini devam ettirmiştir. Binlerce sahabe kabrine ve onların nesline mekân olan memleket şimdi kan ve gözyaşına mahkûm. Kırk elli ülkeden on binlerce savaşçının savaştığı bir memleket... Özellikle sivillerin katledildiği bir ülke.
Asimetrik, aşırı dengesiz bir savaş bütün vahşetiyle devam ediyor. Bir tarafta demokrasi, hürriyet ve siyasî haklar ve de en önemlisi can güvenliği isteyen ve imkânsızlıklar içinde bir Suriye halkı. Öbür tarafta Ortadoğu’nun en önemli askerî güçlerinden olan Suriye rejimi, askerî ve milis güçleriyle petrol zengini İran ve süper güç Rusya. Suriye rejimini destekleyenler görünüşte sadece bu iki devlet ancak görünen sadece buzdağının üst kısmı. Çin gibi Birleşmiş Milletlerde veto yetkisini kullanarak ya da bölgedeki bölücü terör örgütlerini destekleyen Batılı devletler gibi daha birçok destekçileri var… DAEŞ ya da IŞİD gibi örgütler de gerek stratejileri ve gerekse olumsuz etkileriyle muhalefeti lekeleyerek rejime dolaylı destekleri de Suriye rejiminin en büyük dayanaklarından.
Süper güçlerin kanlı bir satranç tahtasına dönüşmüş bir memleket… Büyük taktik savaşların ve ileriye dönük hesapların yapıldığı bir savaş alanı… Büyük güçlerin Ortadoğu’yu dizayn etmek için kullandıkları bir iç savaş… En önemli taktiklerinden ve hedeflerinden birisi de demografik yapıyı değiştirerek Sünnî nüfusun yüzdesini düşürmekti. Bunu kısmen başardılar. İç savaşta 300-400 bin kişi vefat etti, 6 milyonun üzerinde Suriyeli mülteci olarak memleketi terk etti. Ülkede uygulanan ve Nazi toplama kamplarını aratmayan sistematik işkence ve katliâmların aleni yapılması halkı göçe zorlamaktı.
Suriyeli muhalifler maalesef mecbur bırakıldığı bir iç savaşa girdi. Şüphesiz bunda hariçten yapılan destek vaatleri ve ölçüsüz konuşmaların ve teşviklerin de rolü var… Rejimin tahrik ve tertipleri ve Selefî ve selefileşen grupların da faaliyetleri ile adeta iç savaşa zorla itildi. Selefileşen derken İslâm dünyasında amelde ehl-i sünnet, itikatta Haricî ya da Şia olan pek çok grup var. En bariz vasıfları da siyasî meselelerdeki menfi hareketleri ve farklı yapılanmaları, isyan, halk hareketleri ve devleti ele geçirme gibi tarzlarıyla ehl-i sünnetten farklılık arz ediyorlar.
Rejimin yaptığı zulüm ve istibdadın büyük boyutlara ulaşması ve geçmişteki Hama katliâmı oynanan oyunun farkına varılmasını zorlaştırdı. Büyük güçlerin hedefi: hak, hukuk ve demokrasi isteyenleri, kazanmayacakları bir iç savaşa sürükleyerek terörist ilân etmekti.
Silâhlı direnişin eninde sonunda iç savaşa dönüşeceğini ve büyük bir felâketle sonuçlanacağını görmek gerekiyordu. Müsbet hareketin, şiddet ihtiva etmeyen muhalefetin uzun vadeli de olsa en iyi çözüm olduğu ikazlarına maalesef kulak verilmedi. İç dinamikler ihmal edildi. ABD, AB ve Rusya arasındaki devam edegelen anlaşmalar gözardı edildi.
Arap Baharı
Her ne kadar BAAS rejimiyle birlikte devam edegelen bir muhalefet olsa da Suriye’deki hareketlenme Arap Baharı ile başladı. Tunus, Libya ve Mısır’da başarıya ulaşan Arap Baharı birden şekil değiştirmeye başladı. Belki de esas hedef İslâm dünyasını yangın yerine çevirmek ve bölüp parçalamaktı. Körfez ülkelerinde, demokrasi talebinden çok Şiî ayaklanmasına dönünce Suriye’deki hürriyet mücadelesi de mezhep suçlamasına maruz kaldı ve güç kaybetmeye başladı. Bilindiği gibi Mısır’da Sisi darbesi ve aldığı destekler Arap Baharı için büyük bir hayal kırıklığı meydana getirdi. Ayrıca Libya’da devam eden kargaşa da yaygın bir korkuya sebep oldu.
İnanılması zor, ama 5-6 bin kişilik IŞİD militanı da dünyanın kanaatini değiştirmeye yetti. Az sayıda militan sebebiyle Irak ve Suriye halkı ve koca İslâm dünyası terörist ilân edildi. İşte medya bu... Medyada yoksan yoksun ya da teröristsin.
Arap Baharı’nın başladığı Tunus’ta hadisenin kökeni dinî olmaktan ziyade, demokratik ve ekonomik idi.
Bilindiği gibi seyyar satıcılık yapmak zorunda kalmış bir üniversite mezununun tezgâhı devlet görevlileri tarafından parçalanmıştı. Onun da tepki olarak kendini yakmasıyla kıvılcım ateşlendi. İntihar gibi İslâm’da yeri olmayan ve önemli haramlardan olan tepki bile hareketin İslâmî olmadığının önemli bir göstergesidir.
Arap Baharı dinî olmayınca bütün dünyadan yoğun destek geldi. Başta hükümeti destekleyen Fransa bile sonradan muhalifleri desteklemişti. Başarısız olacaklarını mı düşünmüştü, yoksa İslâmî bir şekle dönüşür korkusuyla mı destek vermemişti, bilemiyoruz.
Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in yönetime gelmesi Arap Baharı’nın kışa dönmesinin başlangıcı oldu. Bütün ikazlara rağmen ihvan hareketi kendisini siyasete girmeye mecbur hissetti ve yönetime talip oldu. Arap Baharı’nın dinî bir görünüm kazanmasıyla, Batı hem menfaatleri bakımından hem de “İslâm korkusu” propagandasının etkisiyle desteğini çektiği gibi karşı tavır takındı ve başka mecralara çekmeye başladı. Batıda her ne kadar bir kısım sivil toplum kuruluşları Arap ülkelerindeki bu demokratik hareketleri desteklese de sesleri cılız kaldı.
İhvan-ı Müslimin’in birçok Arap ülkesinde teşkilâtlanmış olması da Arap ülkelerinde iktidara yürüyen bir görünüm kazanmasına sebep oldu. Krallar ve emirler de karşı tavır almakta gecikmediler.
Bütün bunlara ilâveten İsrail ve dostları da potansiyel tehlike olarak gördüğü Irak ve Suriye gibi devletleri 3-4 parçaya bölecek politika izlemeleri Arap Baharı’nı kışa çeviren faktörlerden oldu.
Bir intihar ve kendini yakmayla başlayan Arap Baharı, neredeyse koca bir Arap dünyasının intiharı ve yangın yerine dönmesiyle sonuçlandı.
SURİYE’NİN İÇ DİNAMİKLERİ
Suriye’deki demokrasi ve hürriyet hareketlerinde başarı şansı nedir ya da geçen 6 senelik zaman diliminde neden başarılı olamadı? Sorunun cevabını alabilmek için iç dinamikleri de analiz etmek gerekiyor.
Ülkede 1971’den bu yana devam eden bir BAAS yönetimi iktidarda. En ücra köy ve kasabalara kadar teşkilâtlanmış bir parti ve komite. Halka nefes aldırmayan bir yapı. Ayrıca güçlü bir istihbarat ve gizli polis teşkilâtı elinin altında. Eski Sovyetlerdeki KGB’nin eğitiminden geçmiş güçlü bir istihbarat teşkilâtı. Her türlü psikolojik harekâtı ve provokasyonu kullanabilecek kabiliyete sahip bir teşkilât. Gerektiğinde rejime karşı kukla muhalif gruplar kurup yönetecek ve muhalefeti parçalayacak icraatları olan bir istihbarat teşkilâtı.
Bilindiği gibi istibdat ve dikta rejimlerinin en önemli tahribatlarından birisi de halkta yoğun bir şahsiyet erozyonuna sebep olmasıdır. Suriye halkı yarım asra yakın bir diktatörlüğün pençesinde devletçi, içe kapanık, çekingen, her şeyi kabullenen ve kolay taraf değiştiren bir hususiyet kazanmıştır. Bu arada Bediüzzaman Said Nursî’nin Tarihçe-i Hayat’ta geçen şu ifadesini hatırlamakta fayda var: “Hem yirmi seneden beri tahribkârane eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadâkat kaybolmuş ki, ondan belki yirmiden birisine itimad edilmez.”
En önemli problemlerden birisi de demokrasi ve hürriyet isteyen halkın tek çatı altında bir araya gelememesidir. Çok sayıda gruba bölünmüş olmaları başarıya giden yoldaki en önemli engellerdendir. Rejimin her türlü hile ve desiseyi kullanması sebebiyle halkta birbirine karşı güven minimum seviyededir. Bu sebeple de bölünmeler hızla artmıştır. Ayrıca selefî akımların kendinden başka herkesi “kâfir” ilân eden tekfirci anlayışları da hizipleşmeyi arttıran önemli sebeplerden olmuştur.