Bugün birçok Fethullah Gülen cemaati mensubunun; yetmiş bine yaklaşan devlet memurunun büyük bir çoğunluğunun darbe girişiminin içerisinde yer alması mümkün olmadığı halde, potansiyel suçlu olarak görülerek, merhametsiz bir şekilde hükümetin gadrine uğramalarına sebebiyet veren esaslardan ikisi şu:
Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu olan, “Hükûmetin selâmeti ve âsâyişin devamı için şahıslar feda edilir.”
İkincisi: Onların saltanatı unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için, milliyetin gaddârâne bir düsturu olan, “Milletin selâmeti için herşey feda edilir.”
Halbuki;
Anayasa’nın 38’inci maddesinin yedinci fıkrası, “Ceza sorumluluğu şahsîdir”
Türk Ceza kanunu: MADDE 20. - (1) Ceza sorumluluğu şahsîdir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.
“Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir” (Mâide Sûresi: 5:32.) Âyetin mânâ-ı işarîsiyle, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir toplumun selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez.
Birincisi: İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi, “Velâ tezirû vâziretün vizra uhrâ” (En’âmSûresi, 6:164) âyet-i kerîmesinin hakikatidir ki, “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.” Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, bir tek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır.
Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, mâsumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.
Hem, emniyetin ve âsâyişin temel taşı yine bu kanun-u esâsîden geliyor.
Meselâ, bir hanede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakikî adaletle ve emniyet ve âsâyiş düstur-u esasîsi ile, o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamak için, gemiye ve haneye ilişmemek lâzım-tâ ki mâsum çıkıncaya kadar.
İşte bu kanun-u esasî-i Kur’ânî hükmünce âsâyiş ve emniyet-i dahiliyeye ilişmek, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesile olur.
Cenab-ı Allah (c.c) buyuruyor: “Velâ tezirû vâziretün vizra uhrâ” (En’âm Sûresi, 6:164) âyet-i kerîmesinin hakikatidir ki, “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.”
Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M) Veda Hutbesi: Ey İnsanlar! Sizi uyarıyorum, herkes yalnızca kendi işlediği suçtan sorumludur. Suçlu evlattan dolayı baba sorumlu tutulamaz, suçlu babadan dolayı evlat da sorumlu tutulamaz.
Siyasi iktidar, savcı ve hakimler, tüm yukarıda bildirilen kesim emirler doğrultusunda, kurunun yanında yaşın yanmaması için kılı kırk yarmalıdır. Ama maalesef iş geri dönülemez noktaya doğru hızla ilerliyor. Değil bir kurunun yanında bir yaş, bir kurunun yanında bir çok yaş yakılacak gibi duruyor.