Devletin ve toplumun her açıdan fetret dönemine girdiği bir anafordan geçiyoruz.
Bu anaforda savrulmayıp belirli ilkelerle hareket edebilen çok az. Yeni Asya da bu ilkeli harekete tutunabilen yegâne hareket. Ne yapmalıyız, nasıl hareket etmeliyiz, kime inanmalıyız diye soranlara tek cevabım şu oluyor: Kardeşim Yeni Asya’yı takip et. Sırat-ı müstakimde, yani doğru istikamette kalırsınız.
Türkiye 15 Temmuz darbe girişiminin şokunu meydanlarda coşkuyla atlattı, bu hengamda çıkarılan KHK’larla yürütülen Olağanüstü Hal, tüm şiddetiyle toplumun bir kesiminin canını haklı haksız demeden yakıyor. Normalde bu kadar da olmaz denilen tasarruflar, darbeci-paralel-FETÖ tanımlamalarıyla millete olağanmış gibi algılatılıyor. Bu tasarruflar, olağanüstü hal sürecinin suçlayıcı ve ürkütücü gölgesinde tartışmaya bile açılamıyor. Yandaş, Kemalist, solcu basının da gözle görünür olarak yaptığı tek şey, siyasal iktidarın yanında saf tutup, “sizin yanınızdayız” diyerek bol bol selam çakmak. Bir cemaatin suçlu suçsuz tüm mensuplarının toptan imha edilmesi hususunda yaşanan korkunç konsensüs, ülke adına utanç ve kaygı verici. Şu anda yapılanlar gelecek zamanda, “Bu ülkede neler yapılmış da farkında olmamışız” denilerek ileride hatırlanmak bile istenmeyecek. Adeta bir tehcir yaşanıyor. İnsanlar işlerinden, aşlarından, evlerinden ediliyor. Hapishaneler, içlerine “Fethullahçı” doldurmak uğruna boşaltılıyor. Siyasî iktidar ve devlet yetkilileri, teröre karışan ile teröre karışmayan cemaat arasında ayırım yapmaksızın hareket ediyor. Bu konuda tek sağlam ve doğru duruşu Yeni Asya sergiliyor. Bu duruş on yıllarca yıl sonra, tıpkı daha öncekiler gibi, Yeni Asya mensupları için onur verici bir duruş olarak hatırlanacak ve şimdi denildiği gibi, o zaman da denilecek; “Evet, tek doğru duruş sergileyen Yeni Asya ve cemaati idi.” Kimse şüphe etmesin bu cemaat bugüne kadar hiç yanılmadı ve Allah’ın (c.c) inayet ve yardımıyla hiç yanılmayacak.
Ülke kamuoyunu oluşturan çoğunluk yönünü, esen rüzgarın yönüne göre belirler hale gelmiş bir durumda.
Toplumsal vicdan adeta yok olmaya yüz tutmuş. Basın ve medya kuruluşları, “iktidara nasıl yaranırım”ın derdine düşmüş bir vaziyette. Bu bağlamda 15 Temmuz darbe girişimi, bir toplumun doğru yörüngede kalabilmesi ve güç sahiplerinin icraatlarının denetlenebilmesi için hayatî önem taşıyan eleştirel basının pozisyonunu değiştirmek için “gel gel bize gel” aracı olarak kullanılıyor. Diğer yandan eleştirel pozisyonda bulunan basın ve medya kuruluşları da bu davete hayır demiyor ve iktidara yanaşmak üzere, bunu bir fırsata çevirmeye çalışıyorlar. Bu iklimden sağlıklı bir sonucun çıkma ihtimali sıfır. Olayların daha iyi değerlendirilebilmesi için, yandaş basın dışında kalan basının ve muhalefetin kendine gelmesi gerekiyor.
Darbe girişimi atlatıldı ve bu psikolojiden süratle kurtulmak ve akl-ı selîmle düşünmek gerekiyor. Haksızın üzerine gidip adalet ve hukuk içerisinde cezalandırmak, suçsuz insanların linç edilmesine de sessiz kalmamak gerekiyor. Siyasî iktidar belli ki, bir gücün prangasından kurtulurken, diğer bir gücün boyunduruğuna girmiş, hür davranma kabiliyetini kaybetmiş. Ellerine tutuşturulan kâğıtta ne yazıyorsa onu uyguluyorlar. Boyunduruk altındaki iktidarın umut vaat etmemesi nedeniyle, hür ve eleştirel basının ve muhalefetin, bu pranga ve boyunduruklardan azade olarak ülkeyi doğru yörüngeye oturtması gerekiyor.
Ülkenin bu darbe aşamasına nasıl geldiğini bilmeyen yok. Bu nedenle, din-siyaset, dinsizlik-siyaset kavramlarının birbirleriyle olan ilişkisi çok sıkı irdelenmeli.
Aslına bakıldığında bilhassa iktidar cenahından yükselen “kandırıldık ve aldatıldık” açıklamaları bu krizin sebeplerinin açıklanmasında yeterli değil ve gerçeği de yansıtmıyor. Artık, aldanmak istemedikten sonra kimsenin kimseyi kandırıp aldatamayacağı bir çağ yaşıyoruz. Bu nedenle kandırıldık ve aldatıldık söylemlerine kesinlikle itibar edilmemesi lâzım.
Hatırlanacağı üzere, 2000’li yılların başında ülke, devlet ve toplum bazında çöken, Fransa tipi dinsizliği uygulayan Kemalizm’in yerine, toplumdan da destek alan Ilımlı İslam-Siyasal İslam geçmiş, bu bağlamda Gülen Cemaati kadroları ile AKP bir koalisyon yapmıştı. Siyasî iktidar; yargı, emniyet ve TSK’yı elinde tutan dar Kemalist boyunduruktan kurtulmak için, devlet içinde kadrolaşmasını arttıran Gülen kadrolarıyla iş tuttu ve Kemalist kadroları dağıtarak baskısını kırdı. Gülen kadroları olmasaydı, devlet kadrolarına hakim olan Kemalist ekip, AKP’yi laikliğe aykırı eylemler yüzünden kapatıp tasfiye edecekti. Bu manada AKP’yi ve Erdoğan’ı, Kemalist zorba kadroların elinden Fethullah Gülen kadroları aldı. Yani anlayacağınız bir kandırılma ve aldatılma durumu yok ve hiçbir zaman da asla olmadı. Kemalist boyunduruğun kırılmasının üzerinden çok geçmeden, Gülen kadrolarıyla AKP ters düştü ve bugünlere bu şekilde gelindi. Şimdi tüm operasyonlarla, yalnız darbe girişiminde bulunanlara değil, tüm Gülen Cemaatinin imhasına girişildiğinden; şu anda Kemalist-AKP koalisyonunun yürürlükte olduğu net gözüküyor. Yandaş basının dışındaki basının ve muhalefet partilerinin kayıtsız şartsız, siyasal iktidarın yanında olmasını da bu şekilde açıklama lâzım.
Ülkenin düze çıkabilmesi için devlette oluşacak yeni kadroların ne Kemalist, ne Gülen, ne herhangi başka bir grup, ne reisçi, ne de biatçı olmaması; tamamen demokrasi, hukuk ve yasalara saygılı yeni bir neslin devlet kadrolarında yeşermesi gerekiyor. Aksi takdirde; yılandan kaçarken ayıya, ayıdan kaçarken kaplana, kaplandan kaçarken sırtlana yakalanıp dururuz. 2015 darbe girişimini atlattık derken, her on yılda bir 2025, 2035 darbe girişimleriyle cebelleşmek zorunda kalabiliriz..