Türkiye nasıl oluyor da ortalama her on yılda bir darbe üretecek bir sistemi ortaya çıkarabiliyor?
Baktığımızda bu sistem, 1960, 1971, 1980, 1997, 2007, 2016 yılları olmak üzere, gerçekten, her on yılda bir darbe üretmiş. İçte kullanılabilecek dahilî darbe yapıları olmasa, darbeleri dıştan tahrik eden ya da düzenleyenlerin başarılı olma imkân ve ihtimalleri yok. Öyleyse darbelerin dış ayaklarının rollerini çok abartmayıp, dahildeki iç darbeci zihniyetin gelişmesini engelleyecek sistematiği kurmak şart. Meselâ Türkiye istese Amerika’da, Fransa’da darbe yaptırabilir mi? Hatta Türk nüfusunun en yoğun olduğu Almanya’da bir darbe yaptırabilir mi? Cevap; Hayır yaptıramaz, mümkün değil, imkânsızdır. Türkiye oralarda yaptıramıyorsa, onlar burada nasıl yaptırabiliyor ya da buradaki bir darbe girişimine destek olabiliyorlar? Demek ki Türkiye, darbe yapılmaya açık ve müsait bir ülke.
TSK, çok uzun yıllar kendi dinamikleriyle ve dışa kapalı bir hayat sürdü. Mensuplarının sivil hayatta işlediği suçlar bile sivil mahkemelerde yargılanmayıp, askeri mahkemelerde yargılandı. Birçoğu da yargılanmayıp üstü kapatıldı. TSK mensuplarının bu dokunulmaz konumu, “devlet içinde devlet”, moda deyimle “paralel devlet” yapılanmalarını doğurdu. Bunların ortak özelliği, kendilerini diğer herkesten üstün görmeleri ve demokrasiye inanmamalarıydı. Darbe yapan veya darbeye kalkışan tüm yapıların, TSK, Emniyet ve yargıda güçlü olmalarıydı.
TSK’daki eğitim sisteminin değişmesi gereğini bir kenara koyacak olursak; Emniyet ve yargıdaki yapılanmalar, siyaset kurumunun eliyle yapıldığından; darbelerdeki siyaset kurumunun payını azımsamak yanlış olacaktır.
Hattâ diyebiliriz ki, “devlet içinde devletleri” yani “paralel devletleri” siyaset kurumunun bizatihi kendisi üretiyor. Olay “ne istedilerse verdik” düşüncesinde ete kemiğe bürünüyor. Demek ki ne istedilerse vermeyeceksiniz, devlet her gruba aynı mesafede olacak, hiçbirini kendine fazla yaklaştırmayacak. Kurumsal ve grupsal referanslarla işe alma, terfi, kritik pozisyonlara atama, paralel devlet yapılanmalarını üretiyor. İşe alma, terfi gibi önemli konularda grupsal referanslar yerini bireysel referanslara ve liyakata bırakmadıkça, sistem bu paralel yapıları üretmeye devam edecektir.
Son olarak kurunun yanında yaş olayı var ve bu durum şimdiden kritik bir noktaya doğru gidiyor. CB Erdoğan, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Bekir Bozdağ gibi isimlerin Fethullah Gülen’i övücü ve kendisine kefil ve referans olduklarını bildirdikleri onlarca video halen internette serbestçe dolaşıyor. Devleti yöneten koca koca devlet adamları kendilerine “yanılma hakkı” tanırken, şimdi dillerinden düşürmedikleri bir suçlama ile yaptıkları manevra hiç de inandırıcı olmuyor.
Yönelttikleri suçun tanımı daha net olarak ortaya konulmadan, binlerce insanın bu suçlamadan dolayı açığa alınmaları hukuk ve insan haklarıyla da bağdaşmıyor. Olağanüstü Hal ilan edilmesinin, hiç kimseye hukuku ve insan haklarını çiğneme hakkı da vermediğinin bilinmesi gerekli.
Son süreçte hedef alınan grupla, hayatının hiçbir yerinde hiçbir zaman temas etmemiş sade bir vatandaş olarak şu soruları sormak istiyorum: Yetkililer öncelikle, “FETÖ’cülük” suçunun ne olduğunu açık ve net olarak koymak zorunda. Mesela, çocuğunu bunların okuluna göndermek, Bank Asya’da para bulundurmak, bunların yardım kuruluşlarına bağışta bulunmak, bunların sendikalarına üye olmak bir suç teşkil ediyor mu? Şayet bunlar suç teşkil ediyorsa, bunların yasal kurumlar olarak faaliyetlerine neden 15 Temmuz darbe girişimine kadar izin verildi? Mesela, devletin kapatmayıp faaliyetlerine yasal olarak izin verdiği bir bankada hesabında para bulundurmak bir suç olabilir mi? 15 Temmuz’dan önce suç olmayan şey, 15 Temmuz’dan sonra suç olabilir mi? gibi sorular da cevap bekliyor.
Çünkü bu soruların cevabı, devletin ileride kendisine açılabilecek davalarla ilgili olarak geleceğini de ilgilendiriyor. Bilindiği üzere, olağanüstü hal durumlarında bile, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2,3,4 ve 7.maddeleri ihlal edilemiyor. 7.madde, “Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” durumda.