Malumunuz Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Yirmi dokuzuncu Mektup Altıncı Kısımda; Kur’an-ı Hakîm’in tilmizlerini ve hâdimlerini insî ve cinnî şeytanların desiselerinden koruyacak hakikatleri belirtir.
İkinci desisede işlediği konu ise havf yani korku damarıdır. Dessas zalimlerin bu korku damarından çok istifade ettiklerini ve çeşitli propagandalar ile evhamları tahrik ederek, ehl-i imanın hak ve hakikat namına mücadele etmelerini nasıl engellemeye çalıştıklarını aktarır.
Dünya tarihinde eşine az rastlanır bir kaos ortamı var. Fertler, toplumlar ahlakî yönden dehşetli bir zamanı yaşıyor. Kur’an’ın hakikatlerinden uzaklaşılması neticesinde beşerin dehşetli bir yola girdiği şu zamanımızda, Kur’an’ın hakikatlerine her zamankinden çok daha fazla ve acil ihtiyacımız var.
Peki bu dehşetli tablo ve yangınlar karşısında, bizler bir kenara çekilip, sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi hayatımıza devam mı edeceğiz? Bilerek ya da bilmeyerek yangınlarla çevrili etrafımızı görmezden mi geleceğiz? Yanlış politikalara müspet manada itiraz edip, Kur’an’dan süzülen Risale-i Nurlardaki hakikatlerle bu hastalıkları tedavi etmeye çalışmayacak mıyız? Ehl-i zındıka faaliyetlerine son sürat devam ederken, bizler meydanı boş bırakıp haksızlık karşısında susan kimselerden mi olacağız?
Ahirete tam iman etmiş bir Müslüman bu duruma asla razı olamaz. Çünkü ahirette haklı-haksız birbirinden ayrılacak. Buna iman eden bir Müslüman her ne olursa olsun hakkın ve hakikatin yanında durmaktan çekinmez, geri durmaz. Çünkü onun korkusu ahirette zarar görme ihtimalidir. Şuurlu ve imanı tam bir Müslüman bunu bilerek hadiseler karşısında, kişiler karşısında, propagandacılar karşısında korkmaz, çekilmez.
“Cenâb-ı Hak havf (korku) damarını hıfz-ı hayat (hayatı koruma) için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf (korku) etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir.” (Mektubat) hakikatinden hareketle ve “Evet, her hakiki hasenât gibi, cesâretin dahi menbaı imândır, ubûdiyettir. Her seyyiât gibi, cebânetin (korkaklık) dahi menbaı dalâlettir. Evet, tam münevverü’l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimâldir ki, onu korkutmaz.” (Sözler) düsturu çerçevesinde, zalimlerin yüzlerine hakikatleri haykırabilmek imanın bir gereği.
Cenab-ı Hakk insî ve cinnî şeytanların şahıslarla, medyayla yaptığı her türlü propagandalarına karşı bizleri korusun, korku damarına kapılmaktan, hak ve hakikati savunamaz hale gelmekten bizleri muhafaza eylesin. Âmin.