Beşerî münasebetlerimizde insan; vaktine, sözüne, zamanına uyumlu hareket etmek için çalışır. En azından bunun için gayret eder. Zamanımızı nasıl değerlendirdiğimiz, hayatımızın ve hatta kendimizin kalitesini belirler.
Hâl böyle olunca vaktimizin ayar ve değeri, bazen başkalarının lüzumsuz ve dikkatsiz belirlemelerinin kurbanı haline dönüşebilir. Bizim kendi dünyamızda önemli addettiğimiz (ki muhakkak öyledir) olay ve işlerimiz, birilerinin sözüm ona etkili ve yetkili makamların ayarsız tutumları neticesi zarar görmektedir. Bu hareket her ne kadar birilerinin nazarında küçük gibi görünse de, hakkın büyüğü veya küçüğü mevzu bahis olmaz. “Hak haktır büyüğüne küçüğüne bakılmaz” düsturuna muhaliftir. Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve Anayasanın ilgili maddeleri kişi hak ve hürriyetlerini koruma altına almakla ehemmiyetini göstermektedir.
Kişi özgürlüğünün manen kısıtlanması olan bu durum, kimi zaman kişi haklarını koruması gereken kurumlar tarafından ihlâl edilir bir durum arz edebilmektedir.
Geçenlerde Adliyeye bir talimat dosyası için ifadeye gittiğimde duruşma saati 9:00 olarak belirlenmişti. Vaktinde duruşma salonunda hâkimi beklememiz gereği söylendi. Hâkim bey 10:00’dan sonra ancak gelebildiler. Aradan geçen bir saatlik zaman benim dünyamda çalınmış, hakkımın gözetilmediği, vatandaşlık hakkımın nazara alınmadığı şeklinde bir kanaat hasıl oldu.
Bu şekilde duruşma için verilen saatlere riayet edilmediği için, yüzlerce avukatın, iş adamlarının, vatandaşların hak ve hukukları bizzat adlî merciler tarafından zayi edilmektedir.
Tüm bu olumsuzlukların giderilmesi elbette mümkündür. Hastanelerdeki randevu sisteminin bir benzeri adliyelerde de uygulanabilir. Tamamen olmasa da kısmen problem çözülebilir. İşin uzmanları tarafından bu konuda çalışma yapılırsa bir çare mutlaka bulunacaktır.