“Türkiye, Avrupa Birliği için hâlâ kilit bir ortak ve aday ülkedir. Türkiye ile AB, 1964’ten bu yana yürürlükte olan bir Ortaklık Anlaşması ile bağlıdır ve 1995’te Gümrük Birliği tesis edilmiştir. Aralık 1999 tarihli AB Zirvesinde Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmiş ve katılım müzakereleri Ekim 2005’te başlamıştır. Katılım müzakereleri çerçevesinde, 16 fasıl müzakereye açılmış olup bunlardan biri geçici olarak kapatılmıştır.
Bununla birlikte Türkiye ile yürütülen katılım müzakereleri, Haziran 2018 tarihli AB Zirvesi sonuçları doğrultusunda, Aralık 2022 tarihli AB Zirvesi sonuçlarında da tekrar edildiği üzere, hâlâ fiilen durma noktasındadır. Türkiye, AB’den uzaklaşmaya devam etmiş ve AB’ye katılım hedefi konusundaki kararlılığını yinelemesine rağmen reform gündemine yönelik olumsuz eğilimi tersine çevirmemiştir. AB’nin, demokratik standartlar, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı ve temel haklara saygının giderek kötüleşmesi ile ilgili ciddi endişeleri giderilmemiştir.”
Şimdi yukarıda ifade olunan “2018 tarihli AB zirvesi sonuçları doğrultusunda, hâlâ fiilen durma noktasında olması, Türkiye’nin AB’den uzaklaşmaya devam etmesi, reform gündemine yönelik olumsuz eğilimi tersine çevirmemiştir” tespit ve değerlendirmesinin aksini iddia etmek mümkün mü? Bu yönde ortaya koyabilecek hangi faaliyet ile yanlışlığını ispat edebileceğiz?
Bu dönemde bir yenilenme, açılım, değişiklik, farklılık veya farkındalık söz konusu olmuş mudur? Nazarlarınıza sunulan bu hususlarda bir değişiklik olmadığı, verilerle ve yaşanmış gerçeklikle ortaya konulabilecek bir durumdur. Dolayısıyla Avrupa Birliği 2023 giriş kısmındaki bu değerlendirmeyi nakzedecek, aksine bir görüş bizce mümkün değildir.
“AB’nin, demokratik standartlar, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı ve temel haklara saygının giderek kötüleşmesi ile ilgili ciddi endişeleri giderilmemiştir” şeklindeki değerlendirme de, yetkili merciler tarafından raporun tamamen kabullenilmediği gibi, bu bölümde itiraz gören değerlendirmelerdir.
Lakin Türkiye demokratik standartlar açısından bir değişime, gelişime mi uğramıştır ki, bu ifadeyi kendi yanımızdan kabullenmemeyi haklı görelim.
Hukukun üstünlüğü değerlendirmesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkeme Kararlarına, Anayasa Mahkemesi Kararlarına uyulmuş mu, saygıyla karşılanmış mı ki yanlış bir değerlendirme ve Türkiye’yi töhmet altında bırakan ifade olarak görelim.
Bilakis bunların hiç biri gözlemlenmediğinden Hukukun üstünlüğü değerlendirilmesinde de maalesef ki; sınıfta kalınmıştır.
Yargı Bağımsızlığı 15 Temmuz kalkışması ile 4500 hâkimin ihracı neticesi yine bu rakamdan daha fazla yandaş, liyakatsiz ve yetersiz hukukçu tarafından doldurulan kadrolarla, hukuk adeta dumura uğratılmıştır.
İdarenin yargı üzerindeki tasallutu dahi işin cabası olmuştur. Temel haklara saygının giderek kötüleşmesi de bir vakıa olmakla; Basın özgürlüğü, gazetecilere yargı yoluyla uygulanan baskı ve gözdağı verilmesi, vatandaşların özgürce inanç, düşünce ve fikirlerini yaymasındaki arızaların maruzatları durumun vahametini gözler önüne seren bir mahiyet arz etmektedir.
Türkiye bir an önce AB’nin, demokratik standartlar, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı ve temel haklara saygının yerleşmesi için ciddi adımlar atmalıdır.