Toplum şahıslardan müteşekkildir.
Şahsî hayatın yansıması ve aynası içtima-i hayattır. Toplumdaki fitne, ahlâksızlık, hukuksuzluk, anarşi, terör gibi menfi hadiseler şahısların iç dünyasını gösterir. Âlem-i İslâm’da ve memleketimizde yaşanan menfi olaylar insaniyetten nasibi olan her vicdanı sızlatıyor, her kalbi perişan ediyor. Maddî ve manevî imkânlarını İman-Kur’ân için vakfeden ehl-i hamiyeti müteessir ediyor.
İnsanlık cehalet asrında mevcut tablonun daha dehşetlisini yaşadı. Kur’ân güneşi ile cehaletten kurtuldu. İnsanlığın en bedevilerini, en medeni insanlara üstad eyledi. İşte bu zamanda da bu sır gereğince kalplerdeki cehaleti de aydınlatacak olan Kur’ân nurlarıdır.
Bu asrın şahsı olarak ben ne yapabilirim? Ne yapmalıyım?
‘’Nefsini ıslâh edemeyen, başkasını ıslâh edemez.’’ Elbette ki kendimden başlamalıyım. Sürekli ve dâimî vazifelerimin olduğu kalp dairesinden başlamalıyım. Kalbimi manevî kirlerden, vesveselerden arındırmalıyım. Çünkü iman mahalli kalptir.
Enfüsi âlemim, iç yaşantımda rıza-ı İlâhî ve marziyat-ı Rabbaniyeye uygun hayatımı idame etmeliyim. Mesuliyetlerimin ekseriyeti, belki yüzde doksan dokuzunu teşkil ediyor. Afaki âleme ait vazifelerimiz de ara sıra bulunabilir. Tesir etme imkânımız çok çok az. Yani kendi vazifemi yapmalıyım. Cenâb-ı Allah’ın vazifesine karışmamalıyım. Allah rızasına uygun yaşamaya başladığımda, elbette ki toplumun bir şahsı ıslâh olmuş demektir. Bana düşen de bu değil mi?
İmtihana giren bir öğrenci kendi kâğıdından mesuldür. Başkasının kâğıdı onu alâkadar etmez. Falanca ne yazdı, filan ne yazmadı. Öğretmen, herkese kendi kâğıdına yazdıklarına göre not verecek. Kendi kâğıdını bırakıp, başkalarının imtihan kâğıtları ile ilgilenirse başarısız olur.
Başkasının neyi yapmadığı değil, ben neyi yapmadım? Beni bana, seni sana soracak zaten. Başkasını tenkit yerine, kendi eksiklerimi tamamlamalıyım. Şeytanın kumandasında, nefsin istediğini değil, Rıza-ı İlâhinin istediğini yapmalıyım.
Madem sırr-ı imtihan için bu dünyaya gönderildik. Vazife-i hakikiyemiz iman ve ubudiyet. Etrafımızdaki hadiselere engel olamıyoruz. O zaman kendimi bu bataklıktan kurtarma yoluna gitmeliyim. Yaşantımla hüsn-ü misal olmaya çalışmalıyım. Çıkarken de kendimle beraber birilerinin de çıkmasına vesile olabilirim. Evet özellikle bu zaman insanının ihtiyaçlarına tam cevap veren, asrın idrakine en uygun yorumla iman ve Kur’ân hakikatlerini izah ve ispat eden Risale-i Nur Külliyatı ile müşerref olmuşum. O zaman Nurlara sarılmalıyım. Aşkla, şevkle, tekrar tekrar okumalıyım. Okutmalıyım. Yaşamalıyım. Yaymalıyım. Vesselâm...
Kendime yeni bir Külliyat alarak başladım. İlk defa okuyormuş gibi merak ve heyecanla birinci söz ile Bismillah dedim. İlkokul 4. sınıfta okuyan oğlum Kemal Said’e de bir takım Külliyat aldım ve okumasını tavsiye ettim. İş yerindeki arkadaşlarıma götürdüm. Külliyat tanıtımını yaptım ve yapıyorum. Öncelikli olarak Kurum yöneticimi ziyaret ettim. Hocam sizin çok kitap okuduğunuzu bildiğim için; dünyanın en çok okunan iki kitabını size hediye etmek isterim. Nedir onlar Erkan? Kur’ân-ı Kerîm ve onun tefsiri Risale-i Nur Külliyatı. Peki neden şimdi? Ben Nur Talebesiyim. Risale-i Nur okuyorum ve gizlemiyorum. Aksine iftiharla Risale-i Nur Talebesi olduğumu ilân edercesine söylüyorum. Üç arkadaşıma da Külliyat sattım. Külliyatı görenlerin ekseriyeti neden kamu kurumuna bunları getirdin. Yasak değil mi? Bu zamanda, bunların burada ne işi var?.. Yoksa!.. Sende mi?.. Başına bir sıkıntı gelmesin... gibi bir sürü vesvese, evham ve korku ifadeleri ile karşılaştım. Belki de şu günlerde en büyük hizmetlerden birisi de Risale-i Nur Külliyatı’nı neşretmek.
Hülâsa, ben bunları yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim. Risale-i Nurdan anladığım müsbet hareket de budur.