21 Ağustos 2014, Perşembe
Hadiselere bir mana verebilmemiz için onları doğru anlayabilmemiz gerekir. Bunun için de doğru okumalı ve yorumlayabilmeliyiz. Farklı okuma teknikleri geliştirmeliyiz. Anlamaya yönelik programlar olmalı.
Eğitimde ilk hedeflerden biri okuma-yazma kabiliyetini kazandırmaktır. Öte yandan ilginçtir ki, bu dünyada en başarılı, mesud insanlar ve hedefine ulaşanlar başta ümmî veya yarım ümmî (okuma-yazma bilmeyen) insanlar olmuştur! Onlar insanların geliştirdiği alfabeyi bilmiyorlardı belki, ama kâinat kitabını okuyabiliyorlardı. Bütün enbiyalar ve hassaten Peygamberimiz (asm) başta geliyor.
Vahy-i İlâhî ile, enbiyalar hadiselerin her yönünü görme ve okuma imkânı bulmuşlar. Kâinattaki muammaları, tılsımları ve sırları keşfetmişler. Kâinat kitabını okuyabilmişler. O kitabın sayfaları olan her bir mevcudatı okumuşlar. Mana-i hakikisini anlamışlar. Hayatlarını bunun üzerine inşa etmişler. Beşerin saadetinin ancak bu tarz ile mümkün olduğunu yaşayarak göstermişler.
Üstad Said Nursî’nin orijinal bir tesbiti var: “Ümmi (okuma yazma bilmeyen) Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm); en bedevî insanları, en medenî insanlara üstad eylemiş’’.
Sırları fark edemeyen feylesoflar hâşâ kâinatta adaletsizlik var diye tevehhüm ediyorlar. İnsanlığı da bu bilinmezlik içerisinde labirentte dolaştırır gibi gezdirerek akılları divane, zihinleri serkeş ediyorlar.
Enbiyalar bütün insanlığa önder, muallim, rehber olmuş. Zaten bütün ilimlerin gayesi kâinatta olan hadiseleri anlamaya çalışmak değil mi? Onların açtığı yolda ilerlemek hayatı daha kolaylaştıracak ve güzelleştirecektir. Yüz yirmi dört bin enbiya ve onların açtığı yolda giden yüz yirmi dört milyon evliyanın devam ettiği yola lâkayt kalmak tam bir akılsızlık olur.
Enbiyalar da beşer. Lâkin Hakim-i Mutlak olan Kadir-i Zülcelâl nasıl ki mevcudatı halk etti. Onun programını en iyi okuyanları da gönderir. Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi “Uluhiyet, risaletsiz olmaz’’ (11. Söz). Enbiyalar şüphesiz kâinatı ve içindekileri en iyi okuyan ve anlayanlardı. Âmenna…
Biz insanlar neyi okumalıyız ve nasıl okumalıyız? Teknoloji asrında yaşıyoruz. Basit bir cihaz aldığımız zaman bile servisinden veya kullanım kılavuzundan istifade ederiz. Yoksa cihazı bozarız. Verimli kullanabilmemiz için bunlar şart. Basit bir cihazda bile bir bilene ihtiyaç duyuluyorsa elbette ki kendimizi okuyabilmemiz ve kâinattaki hadiseleri okuyup doğru yorumlayabilmemiz için bir bilene sormalıyız. Ondan ders almalıyız. En iyi bilenler ise enbiyalar ve sonra da asfiyalardır. Çünkü onlar âdetullah ve sünnetullah kanunlarına uygun olarak okumuşlar. Fıtrata uygun yaklaşım sergilemişler. Ve kabul görmüş. İnsanın kimyasını okudukları gibi mevcudatın da hikmetlerini izn-i İlâhî ile ilhamen, sünûhat kabilinden keşfetmişler.
Kütüphaneler, kitabevleri ve kitap fuarlarına gittiğimiz zaman milyonlarca kitap ile karşı karşıya kalıyoruz. Hangisini okumalıyız? Bütün kitapları okumamız imkânsız. Hangisinden başlamalıyız? Ve neyi okumalıyız?
Eşref-i mahlûkat olan insan, okuma kabiliyeti ile doğruyu bulacaktır... İnsan mekanik bir cihaz değil. Hisleri, duyguları ve lâtifeleri olan, gerektiğinde mihenk taşını kullanabilen bir mu’cize-i İlâhî. Okuma alanında ünsiyet peyda ederse elbette ki ızdırar derecesine gelen bu yetisi doğruyu bulmasını sağlayacaktır. Fıtratımız yanlışı kabul etmediği gibi, kimyamıza aykırı fikirleri de düşünceleri de tard edip kovacaktır. Nur Talebesi Zübeyir Gündüzalp’in dediği gibi “okuyamamaktan korkmalıyız’’.
Hazinenin tamamını elde etmek nasıl mümkün olur? Hepsini okumak için zamanımız yetmeyebilir. Fakat bu zamanda Evlâd-ı Resûl (asm) olan Said Nursî’nin tarzını uygulayabiliriz. Onun tarihçe-i hayatı bizim için bir devr-i saadet modeli. Küçük yaşlarda şarkta medreselere eğitim almak için gittiğinde medrese hocaları “Evlâdım sen şu sıraya ve usûle göre eğitimini alacaksın” der. Medrese müfredatını uygulamak isterler. Kendisinden yaşça büyük eski öğrencilerden ders almalarını isterler. Daha sonra mollalar ders verecektir. Akabinde de medrese uleması seviyesine göre ona ders okutacaktır. Genç Said der ki; “Efendim ben biliyorum ki sizde büyük bir hazine var, ben o hazinenin anahtarını istiyorum. Anahtarı elde edersem hazineye de sahip olurum der.”
Medrese hocası bu düşünce karşısında hayretini ve şaşkınlığını maşaallah ile ifade etmesi gerekirken, ilmî enaniyeti ile “Olmaz böyle şey” der. “Bizim tarzımız budur. Usûlümüzü değiştirmeyiz.” Bir çok medresede aynı cevap ile karşılaşır. Ve nihayet medresede o zamanın şartlarında on beş - yirmi yılda talim edilen seksen eseri izn-i İlâhî ile üç ayda okur ve hıfzına alır. Daha sonra üç ayda bir zihninden tekrar ederek tazeliğini muhafazaya çalışır.
Said Nursî kendisi için Münâzarât eserinde “Garibüzzaman” diyor. Zamanın garibi. Alışılmışların dışında. Evet, zaman ve şartlar bizi garipleştirdi. Said Nursî’nin medrese hocalarından istediği anahtarı elde etmeliyiz. Kendisinin de elde ettiği anahtarı bulmalıyız. Böylelikle hazineye ulaşabiliriz. Çözüm, anahtarı elde etmek.
Kâinat kitabının anahtarı nerede?
Bir buçuk milyar Müslümanın hâl dili ile ittifak ederek söyledikleri bir hakikat var. Bu anahtar kütüphanelerde, kitabevlerinde ve milyonlarca kitapların teşhir edildiği kitap fuarlarında değil. O halde nerede?
‘’Kelâmullah olan Kur’ân-ı Kerîm’dedir.”
Kur’ân’ın Kelâmullah olduğunu ve Kur’ân’ın bir mu’cize-i manevî olduğunu kör gözlere de gösteren manevî tefsiri Risale-i Nur Külliyatındadır. Risale-i Nur nedir?
‘’Risale-i Nur, istikbali de aydınlatan bir Kur’ân tefsiridir.’’
‘’Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’ın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevisi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i manevisidir’’. (Bediüzzaman, Şuâlar, s. 577, Yeni Asya Neşriyat)
Neyi okuyacağımızı keşfettiğimize göre, sırada “Nasıl okumalıyız?” var.
Şahs-ı manevî ile…
Meselâ bizler İzmit’te 6 yıldır mütemadiyen “Neyi okumalıyız ve nasıl okumalıyız?” yaklaşımı ile “yetişkinler okuma programı” yapıyoruz. Gençlere lisan-ı halimiz ile örnek olmaya çalışıyoruz. Anahtarı bulmaya çalışıyoruz. Resmî tatilleri bile bu manaya hizmet ettirmek için kısa süreli birliktelikler ile 20-30 kişilik gruplar ile zaman zaman bir araya geliyoruz. Medrese-i Nuriye ortamını bizatihi yaşıyoruz. Muhabbetler, samimiyetler tazeleniyor. Talebelik hasletleri kazanılıyor. Cennetin numunesi dershanede hissediliyor. Çünkü bu birlikteliklerde çıkar yok. Rıza-i İlahî var. Rahmet melekleri hizmet merkezlerimizi istilâ ediyor, okuyanları alkışlıyor ve mağfiret duâlarında bulunuyorlar. Özel okumalar, müzakereli dersler ve seminerler yapılıyor. Cemaat ruhu, meşveret konuları teferruâtlı olarak paylaşılıyor. Kur’ân tefsiri Risale-i Nur gözlüğü ile derin manaları keşfetmeye çalışıyoruz. İştirakin daha fazla olması için ikramları da eksik etmiyoruz. Çevre mahallerden gelen hizmette temayüz etmiş ağabeyler ve Yeni Asya yazarlarımız ile okuma programımızın keyfiyetini arttırmaya çalışıyoruz.
Geçmiş programlarımızdan birinde, müzakereler esnasında yazarımız Ali Ferşadoğlu Ağabeyin şöyle bir fıtrî tesbiti olmuştu: “Âlem-i İslâm’ın mevcut problemlerinden kurtulması için; ilmî ve imanî müzakere ortamları teşekkül ettirilmeli. Hocalar, müftüler, hafızlar, fıkıhçılar ve muhaddislerin katılacağı ve düzenli olarak bir araya gelerek tefeyyüz, tezekkür ve tefekkür alabilecekleri platformlar olmalı. Bu müzakere sonuçlarının da, bildiriler şeklinde bütün âlem-i İslâm ile paylaşılması elzemdir. Sizleri tebrik ediyorum. Bu manayı şu an da Nur Talebeleri her kademede okuma programları yaparak bir nebze de olsa gerçekleştiriyorlar. İnşâallah bu mana inkişaf eder ve neşv-ü nema bulur.”
Evet; neyi okumalıyız? Kâinat kitabını...
Nasıl okumalıyız? Şahs-ı manevî ile...
Okunma Sayısı: 3044
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.