Genç arkadaşlarımızla bu haftaki sohbet konumuz oruç idi.
Derse geçmeden önce oruç hakkında ilk aklımıza gelen ifadeler soruldu, mesela teravih namazı, açlıkla imtihan, nefis terbiyesi, hayatı muhasebe etme, empati kurma, ve sabır gibi onlarca ifade gündeme geldi.
Ramazan-ı Şerif’teki oruç İslamiyet’in beş şartından birincilerindendir. Tıpkı bir ağacın ilk tohumu, tohumun ilk filizi, filizin ilk ağacı, ağacın ilk dalı, dalın ilk çiçeği, çiçeğin ilk meyvesi gibidir. Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halk ettiği ve bütün envâ-ı nimeti, o sofrada, “Umulmadık yerden...” (Talak suresi 65 ) Bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemâl-i rubûbiyetini ve rahmâniyet ve rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor.
Ramazan-ı Şerîfte ise, ehl-i îman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. İman edenler, orduda askerlerin komutanın emriyle hareket etmesi gibidir. Sultân-ı Ezelînin ziyafetine dâvet edilmiş bir surette, akşama yakın “Buyurunuz!” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubûdiyetkârane göstermeleri, bir doktor nasıl hastasına ilaç verilerek şu zamanda kullanmalısın diye reçete veriyorsa, âlemlerin Rabbi de bizlere sabah ezanı ile başlayıp akşam ezanı ile oruç açmamızı istiyor.
Oruç sadece Allah için yapılan bir ibadettir. Sevabını da Allah verecektir. Ama bunda insan için pek çok hikmetler vardır. Cenab-ı Hak da, benim kullarım benim için oruç tuttu diyerek hoşnut oluyor. Bir kul için Rabbini razı etmek, O’nun rızasını kazanmaktan daha güzel ne olabilir ki? Acaba böyle ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdır? (Mektubat, s.431).
Bu Ramazan-ı Şerif vesilesiyle Rabbimizin rızasına uygun kul olabilmek dualarıyla.