Bu haftaki Risale-i Nur gençlik dersimizde Bediüzzaman Hazretlerinin ‘hediye’ye bakışını öğrendik. Bediüzzaman Hazretlerine hayatı boyunca değişik hediyeler teklif edildi ama hiç birini kabul etmedi.
Fakat Hulusi Yahyagil abinin hediyesini kabul ediyor ve şöyle diyor: “Kardeşim, yeğenimden ve yeğenimin çocuklarından hediye kabul etmedim ama sen kardeşimden, herkesten ruhuma yakın olduğun için bir defaya mahsus senin hediyen kabul edilir.”
Hulusi Yahyagil, Çanakkale Gazisi, emekli albay ve Bediüzzaman Hazretlerinin ilk talebesidir.
Üstad, Mektubat isimli eserinde Hulusi Yahyagil abinin sorularına da cevap verir.
Üstad Bediüzzaman hediyeleri neden kabul etmediğini, yeri geldikçe izah etmiştir zaten..
“Eski Said minnet almaz, minnet altına girmektense ölümü tercih ederim.” der,
Yine diyor ki: “Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi; ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar, ‘İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar’ deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.” (Bkz. Mektubat, İkinci Mektup)
Bediüzzaman Hazretlerine o dönemde yüksek maaşla makamlar teklif ediliyor ama Bediüzzaman Hazretleri kabul etmiyor.
“Neşr-i hak için enbiyaya ittiba etmekle mükellefiz. Kur’an-ı Hakim’de, hakkı neşredenler, “Benim ecrim ancak Allah’a aittir, benim ecrim ancak Allah’a aittir.” (Yunus Suresi, 72; Hûd suresi 29)
Bediüzzaman Hazretleri; “zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim” der. Bazıları da bana dokunuyor bazen bana zararlı bir sürete çevriliyor, gayrın mallarını almamama bir emirdir ve almaktan bir nehiydir. Hediye almak, ülfet alışkanlığının bir sonucudur. Hediye almak alışkanlığı kendi görevini unutturur kamu ve kul hakkına girmeye sebep olur.
“Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi salih olmazsan kabul etmek haramdır. Yani ben kendimi salih bilirsem salih olmadığıma delildir, eğer kendimi salih bilmezsem o malı almam caiz değildir.” (Mektubat, s.20)
Günümüzde ‘hediye’ başka amaçlara hizmet eder hale gelmiştir. Buna çok dikkat lazımdır. Hem de hakiki tesiri sebepten bilmemek lazım. Mesela; hastayı iyileştiren doktor gözüküyor ama şifayı veren Allah’tır. Burada insan faktörünü hiç yok saymak da doğru değil, ona da teşekkür etmeli, zira insana teşekkür etmeyi bilmeyen Allah’a şükür etmeyi de bilmez. Ama doktor sadece teşhis koyarak, ilacını yazıyor. Şifa Allah’tandir.
Tevekkül, kanaat ve ikisad öyle bir hazine ve öyle bir servettir ki hiçbir şey ile değişmez yani bütün sebeplere başvurarak sonucunu Allah’tan beklemek neticede ısrarcı olmamak gerekmektedir, sebeplere başvurmak bir fiili duadır.
Durum onu gösteriyor ki, hediye, farklı niyetlerin, beklentilerin aracı haline gelmiştir. Onun için ehl-i imanın böyle bir yükün altına girmesi çok uygun görünmüyor.