Her hafta pazar günü Bediüzzaman vakıf merkezinde buluştuğumuz arkadaşlarımızla ve hocalarımızla beraber, bu hafta, Dr. Şeyhmuz Gelen hocamız bize “Risale-i Nur’da uhuvvet” konusunu okudu.
Öncelikle uhuvvetin, mü’minler arasındaki kardeşliğin, insanı yaratan Allah tarafından tayin edilmiş olduğunu öğrendik, ardından mü’mine adavet edilmemesi gerektiğini...
Uhuvvet, din kardeşliği, iman kardeşliği demektir. Aynı anneden babadan dünyaya gelmese de Rabbimizin emri üzere, mü’minler kardeş kılınmıştır. Bir insan nasıl ki kan kardeşinin, nesebî kardeşinin hakkını, hukukunu koruyorsa, korumalı ise, din kardeşinin de hakkını, hukukunu korumak zorundadır. Derste Şeyhmuz Gelen, “Mü’min, kardeşleriyle iyi geçinmelidir. Onlarla güzel konuşmak zorundadır. Yani aralarında muhabbetin galip gelmesi gerekir. Kin, haset, tarafgirlik gibi kötü duygular hayat bulmamalıdır.” dedi.
“İletişim kurulamaz” denilen bir insan olamayacağına dikkat çeken gazetemiz Yeni Asya yazarı Sabahattin yaşar ise, söz hakkı alarak, “Risale-i Nur’a atfen, insan yüz kapılı bir saray gibidir. Doksan dokuz kapısı kapalı olsa, yüzüncü kapı açıktır, oradan içeri girilir ve kapalı kapılar da açılır. Yeter ki insan iletişim ümidini kaybetmesin. Bir de iletişim kuracağımız bu kişi mü’minse, zaten Allah’tan ümidi kesemeyiz. Ne yapıp edip ona muhabbetinizi geliştirmek durumundayız.” dedi.
Bediüzzaman Hazretleri Yirmi İkinci Mektup olan Uhuvvet Risalesi’nde, mü’mine karşı taşınacak bu tür kötü duyguların, çok yönlü tahribata sebebiyet vereceğini ifade etmiştir.
Ders şu cümlelerle özetlendi. “Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve hased, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduddur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir. Şu hakikatin gayet çok vücuhundan altı veçhini beyan ederiz.”
“Hakikat nazarında zulümdür.”
“Ey mü’mine kin ve adavet besleyen insafsız adam! Nasıl ki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir cani var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hatta bir tek masum, dokuz cani olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz. Aynen öyle de, sen, bir hane-i Rabbaniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü’minin vücudunda iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi, dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı masume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir cani sıfatı yüzünden ona kin ve adavet bağlamakla o hane-i maneviye-i vücudun manen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî ve gaddar bir zulümdür.”
Burada dikkat çeken durum, insan konuyu kendi üzerinde düşününce daha bir derinden hissediyor ve anlıyor. Onun için mü’min kardeşimizin bir kusuru için onun hakkında kötü duygular taşımak, mü’mine yakışmaz. Yaparsa bu ona zulüm olur. Bir kardeşin bir yanlışı yüzünden onun bütün iyi huylarını unutmak, yok saymak doğru olmaz.
Dersteki diğer önemli notlarımız şunlardı:
“Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki adavet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mana-i hakikîsinde olarak beraber cem olamazlar.
Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalpte hakikî bulunsa, o vakit adavet mecazî olur, acımak suretine inkılâb eder. Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, nass-ı hadis ile, “Üç günden fazla mü’min mü’mine küsüp kat’-ı mükâleme etmeyecek.”
“Eğer esbab-ı adavet galebe çalıp, adavet, hakikatiyle bir kalpte bulunsa, o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu ve temellük suretine girer.”
“Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü’min kardeşine kin ve adavet ne kadar zulümdür.”
Aklın varsa anlarsın...