Denizli’de dağlara bakan büyük penceremin önünde sabah namazı tesbihatımı yapıyordum.
Dışarısı yoğun bir sis ile kaplanmıştı. Sis yeryüzündeki suların, güneşin sıcaklığı ile buharlaşıp hava içine nem olarak saklanması, havanın soğuması veya soğuk yüzeylerle temas etmesi halinde açığa çıkmasıdır. Göz gözü görmez bir duman görünümündedir. Hava ısındıkça genleşir, adeta karnı genişler. Daha fazla su buharını yani nemi içinde taşır. Öyle saklar ki masmavi gökyüzü görürsünüz. Ancak soğuduğunda yoğunlaşır, hacmi daralır, içinde sakladığı su buharı, nemi yükseklerde bulut olarak, yeryüzü ile temas ettiği yerlerde alçalmış bulut yani sis olarak açığa çıkarır. Havaya Allah’ın koyduğu bu kural yağışların olabilmesi için de şarttır. Yağışlar ise hayatın kaynağıdır. Havadaki bu değişimler güneş ısısına bağlıdır. Yeryüzü ve gökyüzündeki ısının kaynağı güneştir. Güneş ise on iki gezeni ile güneş sisteminin merkezine konulmuştur. Sistemde çok hassas bir denge vardır. Bu dengenin oluşturulmasında, güneşin ve gezegenlerin kütle büyüklüğü, güneş etrafındaki yörüngelerinin güneşe uzaklık ve yakınlığı, güneşin kendi etrafında dönüşü, gezegenlerin hem kendi etrafında hem güneş etrafında dönüş hızları vb. etkenler bulunmaktadır. Bütün bu etkenler ince hesaplarla hesaplanarak hassas denge kurulmuştur. Güneş sistemi ile kâinatın bütünü arasındaki denge de bundan farklı değildir.
Tefekküre başladığımız Denizli’deki hayatı etkileyen sis tabakasını kim dağıtacak? Sisin dağılması için yeryüzünün enerji kaynağı,” bir misafirhane-i Rahmaniyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin.
Risale-i Nur “Güneşi ateşleyerek,yeryüzünü ısıtıp sisi kim dağıtacak? Bunu bir bulut olarak yükseltip ab-ı hayat hükmündeki yağmuru kim yağdıracak? Dünyayı sapan taşı gibi güneşin etrafında yaklaşık saatte 108 bin km hızla döndürüp mevsim mevsim farklı ısıtıp yeryüzündeki meyve, sebze vs. yiyeceklerimizi kim hazır edecekti? Gece güneşin gölgesinde serinlemek, karanlıkta rahatça dinlenmek, gündüz yüzünü güneşe çevirip ısıtmak ve aydınlatmak için dünyamızı 24 saatte 40 bin km kim kendi etrafında kim koşturacaktı?
Elhasıl, güneş sistemi içinde dünyayı ve atmosferi insan hayatına uygun tarzda kim tanzim etmiş ise, insanı da bu şartlara uygun halde tanzim edip misafir gönderen O’ndan başkası olamaz. Havayı hem insanın nefes almasına, seslerin vs. şeylerin iletilmesine, içinde iklim olaylarının oluşmasına uygun tanzim eden kimse, hayatı ve hayat sahiplerini, bilhassa insanı yaratan odur. Böyle bir tefekkürle, Kur’ân’ ın bu zamanda harika bir tefsiri olan Risale-i Nurdan şu cümleleri haykırarak okudum. Allah’a binler şükrettim.
“Zamanın geçti, kabirden başka mekânın var mı? Bîçare! Aczine ve fakrına bir had var mı? Emellerin nihayetsizdir, ecelin yakındır. Evet, böyle acz ve fakrınla iktidar ve ihtiyardan hâlî bir insanın ne olacak hali? Hazain-i rahmet sahibi Hâlık-ı Rahman-ür Rahîm’e, böyle bir acz ile itimad etmek lâzımdır. O’dur herkese nokta-i istinad. O’dur her zaîfe cihet-i istimdad...