Dünyada medyasında “Türkiye Cumhurbaşkanı, ciddi ekonomik felâket getirecek büyükelçileri sınır dışı etme tehdidinden dönüş yaptı ve geri adım attı” yorumları yapılırken, Erdoğan’ın “ 'Bizdeki yargı, bağımsızlığın en güzel örneklerini veriyor, sizde yargı bağımsız da bizdeki yargı bağımlı mı?” sorusu “Türkiye’de yargı bağımsızlığı”nı tekrar gündeme getirdi.
Keza büyükelçilerin “Türkiye’nin taahhüd ettiği milletlerarası sözleşmelere uyma” uyarısına "hadsiz" ve "kabul edilemez olduğu” tepkisini gösteren Dışişleri Bakanlığı, “çağrı”yı “hukuki süreçlerin siyasallaştırılması ve Türk yargısına baskıya yeltenme” olarak yorumladı; “Türkiye’nin yargı bağımsızlığının olduğu demokratik bir hukuk devleti olduğu”nu ileri sürdü.
Yine iktidar partisi yöneticileri, garip bir tecâhülü âriflikle "Bizim anayasamız gereği görülmekte olan bir dava ile ilgili hiç kimse, hiçbir grup, hiçbir zümre, görevi, unvanı, amacı ne olursa olsun açıklama yapamaz, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Eğer bunu yaparsa anayasal bir suç işlemiş demektir. Türkiye mahkemelerinin bağımsızlığı hiçe sayılacak bir ülke değildir” dediler.
Bu arada çarpıcı bir biçimde Meclis Başkanı sosyal medyadan "Türkiye'de devam eden dava hakkında, TBMM'de soru sormak ve görüşme yapmak bile Anayasa tarafından yasaklanmışken, mahkemenin nasıl karar vereceğini söylemek başka ülkelerin büyükelçilerinin hakkı değildir, büyük bir haddini bilmezliktir, işinize bakın" paylaşımında bulunurken İçişleri Bakanı "Mahkemelerimize telkinde bulunmak hiçbir büyükelçinin haddi değildir" tweetini attı. AKP sözcüsü, "Türkiye Cumhuriyeti egemen bir hukuk devletidir ve Türk yargısı bağımsızdır” diye konuştu.
En çarpıcısı da Adalet Bakanı’nın "Anayasamıza göre mahkemelerimize tavsiye ve telkinde bulunmak hiçbir büyükelçinin haddi değildir. Hukukun üstünlüğüne gölge düşüren şey de bu had ve hudut bilmezliktir" paylaşımı oldu.
YARGIYA RESMEN MÜDAHALE EDİLDİ
Oysa AKP iktidarında, özellikle daha da otoriterleşen “tek kişilik ucûbe sistem”de yasamanın yanısıra yargının yürütmenin güdümüne sokularak, bağımsızlık ve tarafsızlığı ifna edilerek yargı resmen “siyasileştirildi.”
Anayasa teminatı altındaki “yargı bağımsızlığı” ve “hâkim teminatı” bütünüyle berhava edildi. Dönemin Başbakanı Erdoğan "Yargıya zaten gerekenleri söyledik, gereğini yapıyor” ifşasında bulundu. “AYM kararına saygı duymuyorum” diye çıkıştı. “AYM’nin kararlarına uymuyorum” diye konuştu. AYM kararlarını takmayan hâkimler terfiyle ödüllendirilirken akademisyenlere dair “bütün yargı makamlarını göreve davet ettim” diyerek “yargıya tâlimatı” ikrar etti.
Keza “Yerel mahkeme kararında diretirse AYM’nin verebileceği hiçbir karar yoktur!” restiyle aleni olarak yargı kararlarının dinlenilmemesini tekrarladı. Önceki dönemlerde “yargıya müdahale edemedikleri”nden hayıflanıp, “adâlet yürüyüşü” yapan ana muhalefet lideri için “yargı yarın sizi de davet ederse şaşmayın!” tehdidini savurdu.
Bu arada Anayasaya aykırı olarak AİHM kararlarına uyulmazken Saray danışmanları, “AİHM kararlarının bağlayıcılığı yok” tuhaflığını sergilediler.
Özetle, Adalet Bakanı’nın başkanı, yardımcısının üyesi olduğu Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun “partili Cumhurbaşkanı” ve partisince atanmasıyla yargı “vesâyetli” hale getirildi. Cumhurbaşkanı’nın “yargıya gereken tâlimatlandırmayı yaptık!” ikrarıyla Anayasanın “AYM kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idâre makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” hükmü sürekli çiğnendi, “yargıya kabaca müdahale edildi.”
Yargının partili cumhurbaşkanına bağlanmasıyla, yüksek yargı başkanlarıyla üyelerinin ve HSK’nın büyük bir bölümünün atanmasının “tek kişi”nin uhdesine verilmesiyle, yargının kilit noktalarına iktidar yanlılarının getirilmesiyle yargı tamamen siyasetin emrine sokuldu. Demokrasilerin temel vasfı olan “kuvvetler ayrılığı”nın ortadan kaldırılmasıyla yargı bütünüyle “sıfırlandı.”
Yargıtay Başkanı’nın ifadesiyle “yargıya güven yüzde 30’lara düştü.” Anayasa Mahkemesi eski Başkanı’nın ve yüksek yargı temsilcilerinin yakınmasıyla yargıya güven dibe vurdu. İktidara mensup Meclis eski Başkan’larının “Adalet sarayların yapıldı ama içi adaletle doldurulamadı."
HÂKİMLERE TEPEDEN “TÂLİMAT” VERİLDİ…
Adalet eski Bakanı’nın hayıflanmasıyla hâkimlere yargı dışından tepeden “tâlimat”la “hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve tâlimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” hükmünü esas alan “Anayasanın 138. maddesi öldü.”
Neticede muallel süreçte “adli sistem dışı tâlimatlı zincir” ve yoğun hukuk dışı dayatmalarla hukuk siyasetin cenderesine sokulup “siyasetin sopası” haline getirildi. Anayasa hukukçusu İbrahim Kaboğlu’nun tesbitiyle, “Tek kişilik rejimde (monokrasi)” “ “hâkimlere emir ve tâlimat”la yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ortadan kaldırıldı.) Prof. Kemal Gözler’in analiziyle, “Hukuk, siyasetin ‘longa manus’u (siyasetin hukuka uzanmış eli) hâline getirildi. Artık hukuk siyasetin cenderesinde, hâkimler ‘hukuk dışı faktörler’ altında.” (Evrensel, Meltem Akyol, 2.9.19; Türk Anayasa Hukuk Sitesi, 7.12.18)
Bu sebeple Türkiye, “hukukun üstünlüğü endeksi”nde 126 ülke arasında 109. sıraya düştü.
Kısacası, Cumhurbaşkanı ve bakanlar, büyükelçileri “yargıya müdahale”yle suçluyorlar; lâkin bizzat iktidardakilerce yargıya müdahale edildiği her haliyle sırıtıyor.
Ve bu vartada hâlâ “Türkiye’de yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığı”ndan dem vuruluyor.
Garabet içinde garabet…