“Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir.” ( Hutbe-i Şamiye) İman ile hayat, hayatla şeriat ve imanla şeriat; sonucunda iman-hayat-şeriat füzyonlarının evrensel değerler eğitimine ihtiyaç duyduğu açıktır. Bediüzzaman’ın “doğru İslâmiyet ve İslâmiyete lâyık doğruluk” eşleştirmeleri bu halde büyük değer kazanıyor.
Bazı evrensel değerlerin sınırları Prof. Ali Baykal’ın bir çalışmasında incelenmişti. Buna göre evrensel değerlerin optimal sınırlar içinde mezci mümkünken aksi hallerde tefrit veya ifrat ortaya çıkıyor. Meselâ; bütünlük / çeşitlilik mezci mümkünken aksinde yekparelik veya karmaşa. Kaynaşma / farklılaşma; aksinde tekerrür veya çözülme. Sağlamlık / esneklik bağlamının dışında katılık veya gevşeklik. Kalıcılık / geçicilik optimal sınırları haricinde yapışkanlık veya uçuculuk. Baykal’ın listesinde bir de değerleri istenen ve istenmeyen sonuçları üzerinden görmek mümkün.
Meselâ; Vasat sınırlar dayanıklılık ve uyum; değer kaybında görülen direnç veya dağılma. Etkililik / verimlilik dengesi kırılınca verimsizlik veya etkisizlik. Aynı şekilde: Sadelik / zenginlik ile yoksunluk ve israf. Özgünlük, istenen birleşmeler, bıktırıcılık ve belirsizlik istenmeyen sonuçlar. Eşsonuçluluk / Çok sonuçluluk mezcinin tersinde tekillik ya da keşmekeş. Örnekleme/etkileşim ilişkisi kurulamayınca doktriner ya da demagojik sürece teslimiyet. Disiplin / hürriyet arasındaki bağ koptuğunda biri tutuculuk diğeri başıboşluk tarafında. Bediüzzaman’ın “ata et, ite ot vermemek” ya da modern eğitimdeki söyleyişle “ kuşu yüzdürme, balığı uçurma!” eğitimin mottosu olmaya lâyıktır.
Öğrenmenin üç boyutu -anlama ve algılama yani akıl ve kalbin diğer unsurlarının katılımı ile- ilmelyakin aynelyakin ve hakkalyakin düzeylerinde sonuçlar üretiyor. Bu neredeyse esfel-i safilinden a’lay-ı illiyyine bir mesafe demek. İbn-i Arabi “dâr-ı dünyada” insanları üçe ayırır: Birinci kısım: Hak Subhane ve Teâlâ Hazretleri’ni ilmen bilenlerdir. Bunlar avam kısmıdır. İkinci kısım: Cenâb-ı Hakk’ı aynen bilenlerdir. Bunlar da eshabı keşif olanlardır. Üçüncü kısım: Cenâb-ı Hak’tan bilkülliye âmâ olanlardır.
Arabi, devamında diyor ki: ”Mevt ile insanlardan perde açıldığı zaman ehli ilim olanlar ilimlerinden ayn’a, ehli ayn olanlar dahi Hakk’a intikal ederler. Hakk’tan bilkülliye âmâ olanlar dahi ebsara intikal ederler.” Yani gözleri açılır; görmeye başlarlar. Çünkü artık sınırlar kalkmıştır. Ancak “talebe” devam etmektedir:
“Sarf ve Nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesinin vefat edip, kabirde Münker ve Nekir’in: “Men Rabbüke = Senin Rabbin kimdir?” diye suallerine karşı, kendini medresede zannedip Nahiv ilmiyle cevab vererek: “(Men) mübtedadır, (Rabbüke) onun haberidir; müşkil bir mes’eleyi benden sorunuz, bu kolaydır.” diyerek, hem o melaikeleri, hem hazır ruhları, hem o vakıayı müşahede eden orada bulunan bir keşfe’l-kubur velisini güldürdü ve rahmet-i İlâhiyeyi tebessüme getirdi, azabdan kurtulduğu gibi; Risale-i Nur’un bir şehid kahramanı olan merhum Hâfız Ali, hapiste Meyve Risalesi’ni kemal-i aşkla yazarken ve okurken vefat edip kabirde melaike-i suale mahkemedeki gibi Meyve hakikatlarıyla cevab verdiği misillü; ben de ve Risale-i Nur şakirdleri de, o suallere karşı Risale-i Nur’un parlak ve kuvvetli hüccetleriyle istikbalde hakikaten ve şimdi manen cevab verip onları tasdike ve tahsine ve tebrike sevk edecekler inşâallah.” (Asa-yı Musa)
Bediüzzaman’ın Kastamonu’da yanına gelen lise talebelerine söylediği eğitim yöntemi içinde modern eğitim buluşları ya da ürettiği enstrümanlardan ayrı bir gereci de pek yoktur aslında; doğru çerçeveyi çizer, hedefler belirler ve uygulamaları gösterip problemlerin çözümlerini gösterir.
Bergson “Metafiziğe Giriş”te şunları söylüyor: Modern bilim ne birdir ne de yalın. Açık (claires) bulundukları anda işe nokta koyulan idealara dayanır. Ama bu idealar derin olduğunda, kullanıla kullanıla giderek daha bir aydınlığa kavuşur; öyleyse bu idealar en parlak yanlarını, götürüldükleri olguların ve uygulamaların yansıtarak onlara geri gönderdiği ışığa borçludur; bir kavramın açıklığı öyleyse, onu faydaya dönük olarak manipüle etmek üzere bir kez ele geçirilmiş emin bir yoldan başka bir şey değildir. Başlangıçta, idealar arasında karaltılı, bilimde kabul görmüş kavramlarla güç belâ bağdaşabilir, saçmalığa kayıverecek gibi tezahür etmiş olsa gereken biri artık yok. Yani bilim, birbirlerine sarahatle dâhil olmaya baştan yazgılı kavramların kurallı/düzenli bir şekilde (karton koliler gibi) iç içe geçmesiyle iş görmez. Derin ve doğurgan idealar, zorunlulukla aynı noktaya yönelmeyen realite akımları ile kurulmuş sayısız temastır. Şurası da muhakkaktır ki, öylesi ideaların mesken tuttuğu kavramlar, karşılıklı sürtünmeleriyle köşelerini törpüleyerek iyi kötü birbirleriyle uyumlu hale gelir.”
Bergson’a göre filozoflar ve de bizzat bilim adamları tarafından bilimsel bilginin “izafiliği”ne ilişkin söylenmiş olan her şey iç görünün unutuluşundan ileri gelir. Sabit olandan hareket edene doğru giden hazır kavramlarıyla simgesel bilgi izafîdir, yoksa hareketin içine (müsbet hareket) kendini yerleştiren ve bizzat şeylerin hayatına kendini uyarlayan “içgüdüsel bilgi” değil. Bu iç görü bir “mutlak”a erişir.
O halde bilim ile metafizik, iç görüde yeniden birbirine kavuşur. Sahiden öngörülü olan bir felsefe, metafizik ile bilimin ziyadesiyle arzulanan birliğini yeniden tesis edecektir. Aynı zamanda hem metafiziği pozitif -ilerleyen / gelişen ve sınırsızca yetkinleşebilen bir bilim olarak kuracak hem de kelimenin tam anlamıyla pozitif bilimleri, çoğunlukla tasavvur ettiklerinden fazlasıyla üstün olan kavrayış güçlerinin farkında olmaya sevk edecektir. Yine öyle bir felsefe, metafiziğe daha fazla bilim, bilime de daha fazla metafizik katacaktır. Sonuç olarak, farklı pozitif bilimlerin tarihsel süreçlerinde uzaktan uzağa kazandığı ve ancak bir dehâ fışkırmasıyla kazandığı iç görüler arasında süreklilik tesis edecektir.