Bayram Kodaman’ın Abdülhamid devri eğitim sistemini incelediği kitabında da söylediği gibi, bu devirde yapılan işlerin en çok tenkid edilen yönü şüphesiz nitelik yönüdür. Ancak bu tenkitler genellikle yüksek öğretimdeki uygulamalara yöneltilmiştir. İlk ve orta eğitimde ise siyasî fikir akımlarının etkileri görülür. Eğitimde en büyük “mesele” sürecin sonunda getirilmek istenenle gelinen nokta arasındaki farktır. Bunun da göstergeleri yüksek eğitimde ortaya çıkar. O yüzden başlangıcın sonuçla bağı eğitimin “idealler” ile “gerçeklikler” arasındaki karşılıklarını bulacaktır. Mühim olan meyvedir. Meyve de “insaniyet”i istemek olan medeniyettir.
Bediüzzaman’ın bir keşfi de şu ifadedir; bir şeyden her şeyi yapmak ve her şeyden bir şey yapmak sadece her şeyin yaratıcısına özel bir iştir. Bilim ve medeniyet uzun zamandır bu noktada beklemektedir. Eğitim formasyonu da aynen burada duruyor; yol ve yöntem aramaktadır. Alfred North Whitehead buna çözüm olarak derinlik ve genişlik arasında Theodore Sizer gibi “az, daha çoktur” diyenleri destekleyerek Bediüzzaman’ın “mezcler”ine benzer birleşime dikkat çekiyor: Eğitimde yer verilen temel fikirler az ve önemli olsun ve bu fikirler mümkün olan her şekilde birleştirilsin”. Gardner ise, derinliği genişliğe, yapıcılığı biriktirmeye, bilgiyi kendisi için kazanmayı faydacılığa, bireyselciliği tek biçimli ve kamusal eğitime tercih ederim, fikrinde. Bediüzzaman’ın ise kültüre ya da Hegel’in tabiat fikrine karşılık fıtrat, yani “fıtrat-ı şer’iyye” ile çözüm bulduğu görülüyor. Dolayısıyla öğretmenin zihnindeki tabiat fikrinin temsilcileri ve taşıyıcıları, talebenin zihninde fıtratın “hamele, mümessil ve mütemessilleri” ile yer değiştirmiş oluyor. Tabiatın bütünlüğü ile bunu insanda bütünleştirme gayesi fıtratın ve şeriatın kâinatta cari olan uygulama ve örneklerinin talebenin üzerinde karşılıklarını üreten dinin şeriatında birleştirilmesi şeklinde eğitim platformunda gerçekleştirilebilir. Çünkü: “Şeriat ikidir: Birincisi: Âlem-i asgar olan insanın ef’al ve ahvalini tanzim eden ve sıfat-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şeriattır. İkincisi: İnsan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenatını tanzim eden, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı kübra-yı fıtriyedir ki; bazan yanlış olarak “tabiat” tesmiye edilir. Melaike bir ümmet-i azîmedir ki, sıfat-ı iradeden gelen ve şeriat-ı fıtriye denilen evamir-i tekviniyesinin hamelesi ve mümessili ve mütemessilleridirler.” (Hutbe-i Şamiye) Şeriat-ı fıtriye fikri ölü tabiatı canlandırıyor, “kuvvet ve salabet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyor”, meleklerin nezaretine veriliyor. Bediüzzaman’ın “şuursuz tabiat” dediği fikir böylece aydınlanıyor “kör tesadüf” ancak taşıyıcı unsur olarak “görüş” kazanabiliyor.
“Meselâ, toprakta her bir zerresi kabildir ki, muhtelif bütün tohumlar ve çekirdeklere medar ve menşe olsun. Eğer memur olmazsa, lâzım geliyor ki: Otlar ve ağaçlar adedince manevî cihazat ve makineleri tazammun etsin. Veyahut onların bütün tarz-ı teşkilâtını bilir, yapar, bütün onlara giydirilen suretleri tanır, dikebilir bir san’at ve kudret vermek lâzım gelir. Daha sair mevcudatı da kıyas et. Tâ anlayacaksın ki: Her şeyde aşikâre, vahdaniyetin çok delilleri var. Evet bir şeyden her şeyi yapmak ve herşeyi bir tek şey yapmak, herşeyin Hâlıkına has bir iştir” (Sözler) deniyor.
“Demek Vâhid-i Ehad’ı kabul etmemek ile, mevcudat adedince ilâhları kabul etmek lâzım gelir” bir eğitim perspektifi olarak da kabul edilebilir. Tabiatı yaratıcı hesabına reddetmekle yaratıcıyı tabiat adına reddetmek olan iki bağlamı beraber etkisiz kılan müthiş bir akıl patlaması-atom bombası şiddetinde bir füzyon enerjisi- beyinlerde çakabilir. Bir tarafta fen ve bilimi reddetmek diğer yandan Yaratıcıyı inkâr eden fen ve bilimi birden açığa düşürmek bu kadar kolay ve eğitimin diline kolayca uyarlanabilir “sıcak su içine bırakılmış şeker” etkisidir. Bu sadece “okula bağımlı eğitim” düşüncesinin de yıkılışını ilân eder. Okulsuz eğitimde öğrenme her yerde olabilir. Kitaplar, internet, aile, müzeler, geziler ve tabiatın kendisi birer eğitim materyalidir. Hayat bir okuldur. Uzmanlara göre, önümüzdeki 15-20 yıl içinde, dünyada okulsuz ve öğretmen olmadan bir eğitim modeli ön görülüyor. 2030 yılında okuldaki derslerin yüzde 90’ının internet üzerinden yapılması planlanıyor.
Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra idealinin halk (hayat) eğitimi anlamındaki şubesi olan medrese-i Nuriyeler hem muhteva, hem teknikler olarak pek çok örnekleri sunduğu; Üstadın neredeyse bütün Anadolu’yu kapsayan uygulamaları ile ortadadır. Yeni eğitim yaklaşımları tartışılırken Bediüzzaman’ın örnekliği açık bir kaynak olarak beklemektedir.
Bir nokta daha var: Howard Gardner’in “Kültür Nasıl Eğitir?” başlıklı çalışmasında da anlattığı gibi üç etmen okullarla ilgili uyumlu bir görüş geliştirmeyi çok zorlaştırır:
Öncelikle toplumlar içinde çok farklı okullar ve insanlar isteyen topluluklar bulunur. Zor yolu seçip gerçek bir oy birliği sağlamak yerine bu farklılıkları yok saymak veya herkesi yüzeysel bir şekilde memnun eden (elbette popüler politik!) bir çözüm bulmak daha kolaydır.
İkincisi, ideal okul görüşü açık bile olsa, bunun nasıl gerçekleştirileceği bilinmeyebilir. Görüş belirsiz olduğunda ne yapılması gerektiğine karar vermekse daha zordur.
Üçüncüsü, şartlar ve kültürler değişir. Yüz, hatta yirmi yıl önce işe yarayan bir görüş bugün anlamsız gelebilir.
Şu halde şunu da söylemek gerekir: Medresetüzzehra projesi, aynı zamanda, Bediüzzaman’ın yıllar ve dönemler içinde yaptığı güncellemelere benzer daha da yenilenmeye ve gelişmeye açık bir karaktere sahiptir. Bunun da aktif gücü; Anadolu başta pek çok evde hâlâ yaşayan bir ideal olmasıdır.