Gıybet zayıfların silâhıdır. Ne hazindir ki; bu kötü silâhı ehl-i imân olanlar da istemeyerek de olsa kullanıyor.
Bu bağlamda her şeyden önce nefsime hitap ederek şöyle demek istiyorum:
Gıybet, ölü kardeşimizin etini yemektir. Ölünün eti yenir mi? Asla ve kat’a. Ne kadar kerihtir. Öyleyse ey nefsim! Asla gıybet etme. Kendi günâhlarını büyük gör. Gıybet, insanlar arasındaki itimadı zedeler, saygı, hürmeti bozar. Emniyet yerine tecessüs ve şüphe yerleştirir. Dost ve kardeşlerimizin yanından ayrıldığımız da içimizde bir şüphe ve tereddüt belirir.
“Acaba ben kalkıp çıkınca arkamdan ne konuştular, nasıl bir gıybet yapıp, beni çekiştirdiler?” diye vesveseler insanı yiyip bitirir.
Bu hususta mâneviyât büyüklerinden Yahya Bin Muaz şöyle der:
Ey müslüman, sen üç halden biri üzere olmalısın.
1) Müslümana menfaatın dokunmuyorsa, mazarratın bâri erişmesin.
2) Onu sevindirmiyorsan, bari arkadan kötüleme,
3) Medhi gerektiren iyiliğinden söz etmiyorsan, zemmi gerektiren kötülüklerden söz açma bâri
Selâm Hüdâ’ya tâbi olanlara olsun.