İnsan, bir gâyeye, bir ideale, bir yüksek hedefe kilitlenmelidir. Azimli ve kararlı olmalı. Ömrünü İslâm ve din yolunda harcamaya çalışmalıdır.
Günlük çalışma programı yaparak, ömür dakikalarını boş yere geçirmeden, dedikodu, gıybet v.b kötü şeylerden uzak imanlı bir hayat yaşamaya özen göstermelidir. İnsan âciz bir yaratık olduğundan, güçlü ve zayıf yönlerini bilmeli ve tedbirli olmalıdır. Tenkitlerden faydalanmalı; kolay kolay da pes etmemeli, zorluklardan yakınmak yerine, çözüm yolları arayarak ilerlemenin saâdetini yaşamalı. İnsan yeni dostlar kazanmalı, onlarla devamlı iletişim içinde hareket etmelidir. İnsan, bir dâvâ için, bir hedef için çalışırsa; hiçbir zaman, ümitsiz olamaz. Dâvası olan, İslâmiyetin yükselmesine çalışır. O, ”Dâvâm” diyebilmeli, hayatını Nurlarla devam ettirmeli, yalnız kendi için değil, toplum için çalışmalı. Kitapları en iyi dost görmeli, çok kitap okumalı, cemiyetin ve toplumun okuma alışkanlığı kazanmasına katkı sağlamalıdır.
Bediüzzaman şöyle haykırıyor: ”Fâni insan pek acip bir terkibde yaratılmıştır. Tevhit içinde vahdeti, terkib içinde besâteti (basitlik, sadelik), cemaat içinde ferdiyeti vardır. İhtiva ettiği âzâ, havâs ve letâifin herbirisi için müstakil lezzetler, elemler olduğu gibi, aralarında görülen sür’at-i teâvün ve imdattan anlaşıldığı üzere, her birisi arkadaşlarının lezzet, elem ve teessürâsından da hisse alıyorlar. Bu hılkat sâyesinde, insan, eğer ubudiyet yoluna giderse; bütün lezzet, nimet, kemâlât nevilerine, kısımlarına mazhar olmaya şâyândır. Ve kezâ, eğer, enâniyet yolunu tâkip ederse, çeşit çeşit elem ve azaplara da mahal olmaya müstahaktır.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 101)
Üstad Bediüzzaman, insanın mânevi mahiyetini bu bağlamda çok güzel ispatlıyor. İnsan boşuna yaratılmış bir varlık değildir. Zât-ı Kerim-i Zülcelâl, insanı pek acib bir terkibte yaratmıştır. Bu bağlamda bu âciz ve zayıf insan; enâniyetine güvenmeden, nefsini ittiham ederek, başkalarının fikir ve tecrübelerinden faydalanmalı, zamanı daha verimli kullanmak amacıyla sürekli çaba harcamalıdır. Tek gâyesi, insanların dünya ve âhirette mutlu olmalarının yollarını aramalı: ”Milletimin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü, vücudum yanarken; gönlüm gül-gülistan olur.” diye haykıran Üstad gibi dâvâ adamı olmaya gayret etmelidir. Ve devamlı iyilik yapmayı kendisine şiâr edilmelidir. Bu bağlamda; hayatta başarılı birey, hiç kötü arkadaşlar edinmez. Hedefinden sapmasını isteyen arkadaşlarına “hayır” der. Kadere inanır, bâzen kötü zannettiğimiz şeylerde bir hayır olduğunu düşünür. O akıllı insan, başarısızlıkları tecrübe kabul eder, olumlu düşünür; iyimserdir.