“Çok Sevgili Koruyucu Genel Başkanımızın: “Ulusa söz işittiren ve okutabilen her aydınımız, dil işinde bir tek yabancı kelimenin eksik olmasını özenmeğe değer bir zevk saysa, birçok sıkıntıyı hiç fark etmeden geçirebiliriz.” Sözlerinde bütün ruhunu topladığı öz Türkçecilik ülküsüne olanca varlığiyle bağlı bulunan Türk Dil Kurumu, bu sözlükte bulunan yabancı sözlerin dilde yaşayacağına kanmış veya yaşamasına göz yummak istemiş değildir. Kurumun gerçekleştirmek yolunda canla başla uğraştığı ülküsünün sözlüğü, günü gelince ayrıca ortaya konulacaktır. ...
“Bütün bunların üstünde, baş ödevimiz, en büyük, en içten şükran duygularımızı, Kurumumuzun Koruyucu Genel Başkanı, Ulusal Önderimiz, Sevgili Cumhur Reisimiz İSMET İNÖNÜ’nün Yüce Katına, hem kendimiz, hem bugünün ve yarının öğrenci nesilleri adına yüceltmektir. ...
“Yeryüzünün ateşten ve kandan korkunç bir tamu içinde kıvrandığı ve ondan doğan darlıklarla sıkıntıların, savaşla barış arasında düğümlenen bilmecelerin, Onun Yüksek Başında çözüldüğü şu çetin çağlarda bile Büyük Önderimiz dil dâvasını güler gözlerinden ve seven gönüllerinden bir an olsun ıraklaştırmamışlar, bütün çalışmalarımızda dayanağımız öncümüz güveneğimiz olmuşlardır. Bugünün gelecek nesillere armağanı halinde gelişecek ve Türk dilini bilen ve öğrenenler için bir kaynak değeriyle yaşıyacak olan bu Sözlük, bu şükran duygusundan mutlanarak ana kitaplarımız arasında yer alıyor.”
K‘BE(**):
Hazır; târihî buyruklarının, günümüzde dahî cansipârâne bir özveri ile uygulanmasından acâyip şekilde mutlandığımız(!) Büyük Ulusal Önder(?) İsmet İNÖNÜ cenaplarının devr-i saltanatlarında ve sâye-i himâyelerinde neşredilen meşhur TDK sözlüğünü açmışken buradan kelime dağarcığımıza birşeyler devşirmezsek fevkal’âde ayıp olmaz mı? Bence, olur..
Nedense önce “Kâ‘be” aklıma geliyor. Görelim meşhur TDK Sözlüğü bizi nasıl mutlandıracak!?
Hayret!. İnanılmaz bir şey!.. 668 sayfasında en az 20-25 bin madde bulunan, anlı-şanlı koskoca TDK Sözlüğünde, yüz milyonlarca Müslüman’ın kıblesi yok!.. “Aklı ezanda olmayanın kulağı seste olmazmış” diyeceğim ama sehven unutulmuş olmasın(!)?..
Bir de kitabın sonundaki “Ulanacak kelimeler, deyimler ve karşılıklar dizini”(!)ne bakalım da yok yere günâha girmeyelim durduk yerde. Arıyoruz.. Allah Allah!.. Olur şey deği!.. Burada da yok!. Ama biz gene de hüsn-i zannımızı koruyoruz(!).. Hâfıza-i beşer nisyân ile ma‘lûlmüş, gāyetle ma‘sûmâne(!) bir şekilde unutulmuş besbelli.. Olur’a(!)..
Kitap elimizdeyken, içinde bulunduğumuz Ekim, Kasım Aralık, Ocak aylarını bâri bir güzel öğrenelim de emeğimiz boşa gitmesin.. Arıyoruz..
Ekim: (Bu madde TDK Sözlüğünde yok!...)
Kasım: (Bu madde de yok!.)
Aralık: Aralık ayı: Zilkade ayı.
Ocak: (Bu da yok!..)
Oh, be!.. “Kâ‘be”nin unutulmasında bir ard düşünce aramamakta ne kadar haklı imişiz(!). Zinhâr, kimse “Kâ‘be” ile “ay isimleri” arasında “ne alâka?”, gibi yanlış bir düşünceye kapılmasın!.. Hoca da kaçan eşeğini tutamayınca tutmuş semerini dövmüş.. Nasreddin Hoca yânî..
Takvim araştırmalarımız sırasında öğreniyoruz ki, Rûmî Takvimden Mîlâdî Takvime intikāl eden; Teşrînievvel, Teşrînisânî, Kânûnievvel, Kânûnisânî isimleri tâ 1945’lere kadar kullanılmış!.. Meğer adı geçen sözlük çıktığı zaman Ekim, Kasım, Aralık, Ocak henüz dahâ dünyâya göz açmamışlarmış!.. Onun içün TDK Sözlüğünün burada zerre misqâl kabahâtı yok.. Atalarımız ne kadar doğru demişler: “Doğmadık çocuğa don biçilmez. Bilinmedik çeşmeden su içilmez!.."
(*): İlk baskı, 1944'de 2 cilt olarak, 1945'de tek cilt olarak yapılıyor. (internet).
(**): Kullanmakta olduğumuz alfabe harfleri ile maalesef birçok kelimenin imlâsını doğru yazmak mümkün olamıyor. Bunlardan biri de (كعبه).
“ك”leri (K) ile, “ق”ları (Q) ile göstermek nisbeten bir uygunluk sağlayabilir. O takdirde (كعبه)’nin yazılışı, (KA‘BE) şeklinde olur.