Bir kardeşimiz, “Hulfü’l-vaad ve hilâf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Hulfü’l-vaad ya cehilden, ya aczden gelir”1 ne demektir? diye sordu.
Ahdinden, sözünden dönmek, ona aykırı davranmak, yalancılık gibi en çirkin bir özelliktir.
“Hulfü’l-vaad ya cehilden ya aczden gelir.”2 Hulfü’l-vaad, ıstılahî olarak ahdinden dönmek, verdiği sözü yerine getirmemek manasına gelir. Sözünden dönen, sözün ne kadar kıymetli insanî bir özellik olduğunu da bilmiyor! Cehlinden, “Kim sözünde durur, günah ve haksızlıktan sakınırsa, şüphesiz ki Allah takva sahiplerini sever.”3 mealindeki ayete göre de Allah sevgisini kazanmanın sözünde durmaktan geçtiğinin farkında değil.
“Mü’minin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.”4 hadisinin de derûnî manalarına ulaşmamış! Nur; ışık, aydınlık, ilim, bilgi, derin ve engin bir feraset, yüksek sezgi gücü demektir. Her şeyin suret, mahiyet, sır ve hakikatini gösteren bir ışık, bir ilimdir.
“Allah’ın nuru ve iman nuru”, ışığını Allah’a imandan alan manevî bir aydınlık, sezgi ve yüksek bir basirettir. Ve her şeyin hakikî mahiyetini anlama, bilme, hâdiselere “mana-yı harfîyle” bakabilme melekesidir. Allah’ın nuru, Nur esmasıdır, Kur’ân nurudurki, bir ismi Nur’dur-Nur-i Muhammedîdir. Cahillik ve âcizlikten bir senede kurtulmak mümkün:
“Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı manevîsi var; şüphesiz o şahs-ı manevî bu zamanın bir âlimidir.”5
Birisi yalnız başına kavrayamadığı ve branşının dışındaki mevzuları meşveret, şahs-ı manevî ile müzakere, mütalâa eder, anlar. Hücumat-ı Sitte’yi de okursa aldanmaktan kurtulur:
“Kur’ân-ı Hakîm’in hâdimlerini ve tilmizlerini aldanmamak için yazılmıştır.”6 notu düşülen Hücumat-ı Sitte isimli eser de basiret, feraset sahibi yapar. Hülasa, iman esaslarını, Esma-i Hüsna’yı ne kadar tefekkür, tezekkür, mütalâa, müzakere edersek, o bilgi/ilim nisbetinde ufkumuz, imanımız, ferasetimiz artar. Çünkü, “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisatın tazyikatından [baskısından] kurtulabilir.”7 Cesaretin kaynağı da imandır.
Dipnotlar:
1-Asâ-yı Mûsa, Enst./intr., s. 222.; 2-Sözler, s. 77.; 3-Âl-i İmran Suresi: 76.; 4-Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’ân, 16, vd.; 5-Lem’alar, s. 171.; 6-Mektubat, s. 401.; 7-Sözler, s. 284.