2024 Olimpiyatları başladığında Fransa, Olimpiyat tüzüğünün dine saygı ve insan haklarının korunması çağrılarıyla çelişircesine, sporcularının oyunlar sırasında başörtüsü takmasına izin vermeyecek.
Fransa Spor Bakanı Amélie Oudéa-Castéra, ülkenin milli takımının kamu hizmetinin bir parçası olarak kabul edildiğini ve dolayısıyla Fransa’da kamu hizmetinde çalışan herkes için geçerli olan kısıtlamalara tabi olduğunu belirtti.
Yarışmalarda Fransa’yı temsil edecek sporcuların aynı zamanda “Fransız yaşayışını” temsil edecek olması sebebiyle ona uygun davranması gerektiği savunuluyor. Aynı yaklaşım kamu çalışanlarına da yıllardır uygulanmakta.
Uluslararası Af Örgütü’nün yakın tarihli bir raporunda Fransa’nın dini kıyafetlere getirdiği kısıtlamalar bariz ayrımcılık olarak nitelendiriliyor.
Sözde liberal bir demokrasi olan Fransa, diğer ülkelerin aksine, nasıl oluyor da kendi vatandaşlarına nasıl giyineceğini veya giyinemeyeceğini söylemeyi normal görüyor? “Fransız yaşayışı” ne demek? “Fransız” olmak ne demek? Bunun kararını kim veriyor? Aynısını İran yapınca neden baskı oluyor da Fransa yapınca tepki daha az oluyor?
Bunu anlamak için biraz geri gidelim.
1789’da patlak veren Fransız İhtilali, sadece Fransız tarihinin değil, dünya tarihinin de en önemli olaylarından biridir. Cumhuriyetçi ve anti-katolik karakteriyle bilinen bu devrim, burjuva sınıfının çıkarları doğrultusunda başlatılmıştı. Ancak, yoksulluktan ve ihmal edilmekten bıkmış sıradan halkın nefretini ve tepkisini silah olarak kullanmıştı.
Fransız toprakları, biriken sinirlerin patlamasıyla yıllarca terör altında kaldı. Halkın tepkisi haklıydı fakat bu hareketin yapıcılığının ve sakinliğinin olmaması inanılmaz acılara sebep oldu. Jakobenist anlayış insanları paranoyak bir hale getirdi. Her yerde düşman gören muktedirler giyotinden başka çözüm aracı bulamadı. Terör dönemi olarak adlandırılan bu süreçte binlerce insan idam edildi, toplum büyük bir kaos yaşadı.
İhtilalin ardından 15 yıl geçmeden, Napolyon Bonapart’ın imparator olarak ortaya çıkması, devrimin genel itibarıyla başarısızlığının bir ilanıydı. Devrimin en önemli hedeflerinden biri olan monarşinin sona erdirilmesi, yeni bir imparatorluğun kurulmasıyla sonuçlandı. Bu durum, devrimcilerin ideallerinin ne kadar zayıf bir temele dayandığını ve halkın beklentilerini karşılamakta yetersiz kaldığını gösterdi.
İhtilalciler anti-katolikti ancak genellikle dinsiz değillerdi. Rasyonalist-monoteizm baskındı ve devrim sonrası “Fransız rasyonalitesi” önder paradigma haline geldi. Akılcılığı öne alan bu yaklaşım, elbette sadece belirli bir zümrenin aklını kastediyordu. Bu zümre “Fransız milletini” temsil ettiğini iddia ettiği için bu akıl da sorgulanamaz hale gelmişti. Fransız İhtilali, adeta “seküler bir din” ortaya çıkardı. Buna da milliyetçilik denildi.
Bu anlayışa göre soyut bir “Fransız iradesi” ortaya çıktı ve buna karşı çıkmak Fransa’ya karşı çıkmak oldu: “Bizim çizdiğimiz sınırlarca Fransız olmakta özgürsünüz, bu sınırdan çıkarsanız Fransız değilsiniz, Fransız değilseniz eşit de değilsiniz.”
Böylece kardeşlik, eşitlik ve özgürlük söylemleri ile çelişen ciddi bir baskıcı rejim ortaya çıktı.
Baştaki sorulara genel bir cevap verecek olursak Fransa’nın kendi vatandaşlarına nasıl giyinemeyeceklerini söylemesi, hayatlarına ve kamu ve özel alanlara bu denli karışma cür’etini kendine hak görmesi Fransız İhtilali’nin mirası olan milliyetçilik, laiklik ve milli kimlik anlayışından kaynaklanıyor. Tıpkı ihtilal öncesi Fransa’sı gibi bu kuralları dar zümreler koyuyor, insanlara dayatıyor, propagandasını yapıyor ve karşı çıkanları “Fransız” olmamakla itham ediyor, dışlıyor ve belki de vatan haini olarak portre ediyor.
Maalesef bu zihniyeti Fransa’dan ithal etmiş başka ülkeler de var. Bunların başında da Türkiye yer alıyor. Son dönem Osmanlı reformlarının ve Cumhuriyet dönemi inkilaplarının ana ilham kaynağı olan Fransız ekolünü benimseyen Türkiye elitleri insanlara nasıl yaşayacaklarını devlet topuzuyla dikte ederken devletin eğitim tornasından geçen sıradan vatandaş bu zihniyeti bir an bile sorgulamayacak kadar benimsedi.
Açılış seremonisi de gösteriyor ki günümüzde bu mirasın hem Batıda ve hem de bizde sorgulanması ve yeniden değerlendirilmesi, dünya üzerinde daha adil ve kapsayıcı bir toplumsal düzenin inşası için elzemdir.