Bir mülakatınızda Milli Eğitim Bakanlığı’nın başında olmakla ilgili bir soruya verdiğiniz “Allah korusun!” şeklindeki cevabınızın işaret ettiği devasa sorunlarla dolu bir bakanlığa ait ateşten gömleği, ülkemizin zor zamanlarında giydiniz. Bugüne kadar hakkınızda yapılan olumlu değerlendirmelerin dua hükmüne geçmesini diliyor, eğitimle ilgili kronik meseleleri çözeceğiniz, ülkemin vizyonuna yakışır bir şekilde genç nesillerin önünü açacağınız inancıyla zorlu görevinizde başarılar diliyorum. Bu vesileyle Milli Eğitim camiasıyla ilgili gözlemleyebildiğim problemlerin tesbitiyle birlikte, bazı çözüm önerilerini tarafınıza sunmayı görev addediyorum. Elbette bu konuda ne bir uzman, ne de bir otoriteyim, sadece sistemin acımasız çarklarında kendi evlatlarının da öğütüldüğünü çaresizce izleyen bir baba olarak fikirlerimi paylaşıyorum.
Milyonlarca öğrencisi ve yüzbinlerce öğretmeniyle dev bir orduyu andıran eğitim camiamızın bilhassa son asırda her alanda kısırlaşarak entelektüel birikimden ve üretimden uzaklaşmasının, kültür ve medeniyet sahalarında ‘yeni’yi inşa edecek gücü kendinde bulamamasının birbiriyle bağlantılı onlarca sebebi vardır. Asırlık problemlerin kısa bir sürede çözülmesini beklemek elbette ki haksızlık olur. Bununla birlikte yeni bir yol açmak da zâtınızın uhdesinde olan bir sorumluluktur.
Hali hazırdaki eğitim sisteminin en büyük problemi ‘zihniyet meselesi’dir. Bu, bugüne kadar problem olarak dile getirilen Milli Eğitimin temel felsefesine ait ideolojik olgulardan ya da eğitim sistemini baskı altına alan siyasî unsurlardan daha az tehlikeli değildir. Eğitimi bütünüyle bir varoluş meselesi olarak algılayamayan, her şeyi maddede arayarak madde üzerinden insana bakan, hayatına bir anlam katmak gayesiyle yalvarırcasına okullara koşan tertemiz kalpleri piyasacılığa kurban ederek kirleten, kurguladığı sistemle sadece kendini düşünen, bencil ve hazcı nesillerin zeminini hazırlayan; ümit yerine ümitsizliği, azim ve sebat yerine ataleti, merhamet yerine nefreti aşılayan ve sorumlu olarak da okulu ve öğretmeni gösteren, elindeki yavrucağın “ahsen-i takvim”e mazhar harika bir varlık olduğunu göremeyip onu metalaştıran, bunu da bir kültür haline getiren zihniyetin geleceğimiz için büyük bir tehdit olduğunu düşünmekteyim. Bu tehdidi ortadan kaldıracak değerler kültür ve medeniyetimizin kodları içinde mevcuttur.
Bu bağlamda yürümek istediğiniz yolda size en büyük direnç noktalarından biri ne yazık ki “öğretmen” camiasından olacaktır. “Bugün ülkem için ne yapabilirim, bugün ağzımın içine bakan gençlere ne öğretebilirim, tertemiz yüreklere nasıl dokunabilirim, onları maddî ve manevî terakkinin zirvesine ulaştıracak yolları nasıl gösterebilirim, yolunu kaybedenlere nasıl bir fener olabilirim?” idealizminden ve öğretme aşkından uzak, ayakları sürüyerek derse giren, beşerî ilişkiler açısından zayıf, meslek ahlâkını ve temel etik değerlerini yitirmiş, kendini yenileyemeyen ve geliştiremeyen, adamsendeciliği meslek haline getiren, kendi kendini memurlaştıran öğretmenlerin çoğunluğu oluşturması üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir husustur. Elbette ki bilhassa son yıllarda bir çok alandaki başarısızlığı öğretmen üzerinden değerlendirme çabası, bu mesleği ayaklar altına alacak genel değerlendirmeler, maddî alanlardaki yetersizlikler ve manevî motivasyon eksikliği bu durumun oluşmasında etkili olmakla birlikte asıl sebep değildir. Öğretmenlik mesleğine uygun bir zihnî ve kalbî donanıma sahip olmayanların, bu mesleğin insanla ve insanî değerlerle ilgili olduğunu algılayamayanların, devlete kapağı atmak gayesiyle, KPSS çarkıyla ezilerek bu mesleğe girenlerin, “azim, merhamet, şefkat, sevgi, kardeşlik, dayanışma, yardımlaşma, doğruluk ve adalet…” gibi değerleri yaşayarak gösterecek kapasiteye ve her alanda ‘rol model’ olabilme potansiyeline sahip olmayanların girdiği sınıflar, muhtemel problemlerin tohumlarının atıldığı sınıflar olacaktır. Bu noktada vicdanlara dokunacak bir şekilde bir zihniyet değişimi için öğretmenlik mesleğinin yeniden değerlendirilmesi, nesillerimizi teslim edebileceğimiz öğretmenlerimizin her şeyden önce bizim medeniyetimizi temsil edecek yönleriyle yetiştirilmesi, öğretmen alımlarının mevcut kriterleri fazlasıyla aşan yeni yaklaşımlarla yapılması üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.
Ne yazık ki, sistemsizliği sistem haline getirmek Milli Eğitim Bakanlığı’nın son yıllarda kendi kendine ürettiği bir problem olmuştur. “Ben yaptım olduculuk” Milli Eğitim’in temel felsefesi haline getirilmiştir. Ülkemizde bunun kasten yapıldığını düşünenler azımsanamayacak çokluktadır. Bu şekilde ülkemizin kalkınması engellenmekte, asırlık rüyaları ertelenmektedir. Düşünmeyen, eleştirel yaklaşımdan uzak, yorum gücünü kaybetmiş, kendini tanımayan, özünü bilmeyen, çevreyle ilişkisini koparmış, inanç değerlerini zedelemiş gençler ordusunun geleceğimizi kuracağı hayallerine kapılmak safdillik olur. Ne yazık ki, Türkiye’de eğitimin asıl paydaşlarının haberi dahi olmadan pervasızca onlarca kez değiştirilen sınav sistemi, sınav mağduru, gelecek endişesi yüzünden psikolojisi bozulmuş, kendisine haksızlık edildiği gerekçesiyle sisteme ve sistemi idare edenlere nefretle bakan milyonlarca genç yetiştirmiştir. En son LGS ve AYT değişikliklerinin hem zamanlaması, hem de yanlış planlanması bahsi geçen sistemsizliği ve adaletsizliği yüzümüze çarpmaktadır. Zira şu anki lise yerleştirmelerinde yaşanan kaos ve AYT sınav sürecinde yaşananlar milyonları haksızlığa uğradığı düşüncesine sevk etmekte, bu haksızlığın nasıl giderileceğine dair beklentileri çoğaltmaktadır. Sizin bu husustaki yaklaşımınız gelecek için yüreklere su serpmekle birlikte mevcut durumdaki aksaklıkların da hemen düzeltilmesine dair beklentileri artırmaktadır. Gençlerle barışarak, vicdanlarda makes bulacak bir planlamayı ve sistemi yeni bir medeniyet vizyonuyla eğitimin paydaşlarıyla birlikte hayata geçireceğiniz inancıyla tekrar görevinizde başarılar dilerim.