Sünnet-i Resüle tabiiyette,
Şerif gibi davran, Seyyit gibi ol.
Tevekkülde ve de teslimiyette,
Gassalın elinde meyyit gibi ol.
A.Y.
İnsan gaflet nazarıyla baktığı zaman, gelecekte mutlaka gelecek olan fakat nefsinin hoşlanmayacağı işleri düşünmek istemez. O günleri sanki hiç gelmeyecek gibi kabul eder, onları çok uzakta görür, “o zamana daha çok var” deyip gaflet içinde yaşamaya devam eder.
Gaflet içinde yaşayan insanların kendilerinden çok uzak olduğunu düşündüğü ve gelmesini hiç istemediği önemli olay, ölümdür. Öyle ki, hemen her gün çevresinde bir camide salâ okunduğunu işitir, belki cenaze namazına da katılır, hatta o merhum kişi arkadaşı ve tanıdığı birisi ise kabre kadar gider ve üzerine toprak atar. Fakat kabirden dönerken bir gün kendisinin de o toprağa gireceğini düşünmek istemez. Hep ölümü kendinden uzak görür. Bediüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi, “Mevti düşünse, başkasına verir. Fenâ ve zevâli görse, kendine almaz.” Yaşı da biraz genç ise, “benden önce çok yaşlılar var, daha benim zamanım çok” diye nefsinin telkinleri ile gaflet içinde hayatına devam eder. Halbuki, mezarlıklar daha doğmadan ölen, doğduktan hemen sonra veya bebek ve çocuk yaşta vefat eden insanlarla doludur.
“Bütün gelecekler yakındır” diye bir Arap atasözü vardır. Gelecek dediğimiz zaman ne kadar uzak olursa olsun, bir gün mutlaka gelecektir. Ölüm de bu geleceklerden birisi ve en önemlisidir. Kur’an’da da belirtildiği gibi, “her nefis mutlaka ölümü tadacaktır.” İnsan bin yıl bile yaşasa, sonunda ölüm onu yakalayacaktır. Öyleyse, o gün bugündür diye düşünebiliriz.
Biz her ne kadar ölümü düşünmesek de, kabirleri şehirlerin dışına taşıyıp, her gün vefat eden onlarca insanın toprağa verildiğini görmek istemesek de, ecel bizim ensemizde dolaşmaktadır. Hastalıklarla, çeşitli musibetlerle, veya yakınımızdaki bir kişinin vefat etmesiyle, her zaman ayak seslerini hissettirmektedir. Her an sıra size de gelebilir diye ihtar etmektedir.
Madem ölüm öldürülmüyor, kabir kapısı kapanmıyor, istesek de, istemesek de bir gün biz de öleceğiz. Öyleyse ölümü ötelemeye çalışmanın, deve kuşu gibi başımızı gaflet kumuna gömmenin hiç lüzumu da yok, faydası da yok.
Peygamber Efendimiz (asm), “Ölmeden önce ölünüz” buyuruyor. İnsan ölmeden önce nasıl ölür? Ölüler sevap da, günah da işleyemez. Dünyada iken işlemiş oldukları amellerin hesabını vermek üzere ahirete giderler.
İşte o zaman gerçekleri görür ve yaptıkları iyi amellerin mükafatını, kötü işlerin de cezasını çekmeye geldiklerini anlar. Yani dünya hayatının muhasebesi kabirde başlar. İşte dünyada iken bu muhasebeyi yapıp, Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçan insan, ölmeden önce ölmüş demektir.
Dünya hayatının bir uykudan ibaret olduğunu, ölünce uyanacağını bilen ve ona göre hayatına yön veren insan, ölmeden önce ölmüş demektir.
Yer yüzünde yürüyen her insan, müstakbel bir ölüdür. Yani bir canlı cenazedir diyebiliriz. Öyleyse, gelmesi muhakkak olan ölümü, şimdi gelmiş gibi düşünsek, hesap vereceğimizi hesap etsek, o zaman bu kadar sorumsuz yaşayabilir miyiz? Kur’an’ın büyük caddesinde , Hazreti Peygamberin (asm) yolunda yürüsek, dünyamızı da, ahiretimizi de bir cennet hayatına çevirmiş olmaz mıyız?
Bugün sanki öldüm diyerek meyyit gibi yaşarsak, ahirette inşallah Seyyit gibi uyanmış oluruz.