Bu dünyada bir nesneye,
Yanar içim, göynür özüm.
Yiğit iken ölenlere,
Göğ ekini biçmiş gibi.
Yunus Emre
Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de, “Her nefis ölümü tadacaktır” buyuruyor. İnsan için doğum, ölümün başlangıcıdır. Hatta, daha dünyaya gelmeden, anne karnında ölen bebekler vardır. Dünyaya gelmek insanın kendi tercihi olmadığı gibi, ne zaman öleceğini tayin etmek de insana bırakılmamıştır. Her an, her yaşta insanın ölmesi mümkündür.
Her ölüm acıdır, acı vericidir. Ama gençlerin ölümü, insanın içini daha bir derinden yakar. Ölümün mana ve mahiyetini idrak edemeyenler için genç ölüm, dayanılmaz bir acı verir. Bu acıyı hafifleten, insana teselli veren, ahiret inancıdır. Çok sevdiğimiz birisi vefat ettiğinde çok üzülürüz. Bu kişi bir de evlâdımız ise ve genç yaştaysa, bu acıya dayanmak kolay değildir. Ancak, ahiret inancı ile, öbür dünyada bu evlâdımızla tekrar buluşmak ümidi ile teselli bulabiliriz.
Geçen hafta, biz de bir yakınımızın genç yaşta vefatı ile karşılaştık. Henüz 17 yaşında, yeni yetişen fidan gibi bir delikanlıyı, silâhla yaralanma sonucu kaybettik. Ölümlerin ardından alışageldiğimiz için söylediğimiz bu “kaybettik” sözünü de doğru bulmuyorum. Hiç bir ölüm ebedî bir yok oluş ve kayboluş değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve Risale-i Nur’da aldığımız derse göre, “Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, failsiz bir in’idam değil; belki bir Fail-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır, saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır, yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Mektubat, s. 267.) Bu paragrafın başında, “Sizlere müjde!” diye ölümün acı veren değil, tatlı, huzur veren ve sevdikleri ile ebedî olarak kavuşmak için bir vasıta olduğu ifade edilir.
İnsan gafletinden dolayı veya ölümün zâhirî acı veren yüzünü görüp, ardındaki güzellikleri göremediği için ölümü bu kadar ağır ve dehşetli bir ayrılık olarak kabul ediyor. Onun için de, özellikle genç ölümlerin ardından haddi aşan ifadelerle acısını açığa vurmaya çalışıyor. “Ölüm sana yakışmadı” veya “Senin yerine ben öleydim” gibi sözlerle feryad ederek ağlamak, kendini harap etmek, doğru değildir. Kimse kimsenin yerine ölemeyeceği gibi, ecelin vaktini değiştirmek de mümkün değildir. Her insan vakti saati geldiğinde emaneti sahibine teslim etmek zorundadır. “Benim evlâdım daha gençti, çocuktu, göreceği günler vardı” demenin hiç bir anlamı yoktur. Hem de, göreceği günlerin nasıl olacağını biz nereden biliyoruz? Belki yaşadıkça isyana ve inkâra düşecekti, Cenab-ı Hak da onu günahlara girmeden, temiz bir şekilde huzuruna aldı. Neyin hakkımızda hayırlı olduğunu biz bilemeyiz “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır” (Mülk Suresi: 2.)
Bizim inancımızda, kültürümüzde, başa gelen müsibetlere karşı sabır ve tevekkül göstermek esastır. Ölüm karşısında en büyük teselli sözleri, “Allah’tan geldik, Allah’a gideceğiz” veya “Veren de O, alan da O” gibi teslimiyet ifade eden sözlerdir. Genç ölümler daha acıdır, daha can yakıcıdır fakat, hiç bir ölüm, kaderi tenkit edecek, Allah’ın hükmüne itiraz edecek derecede isyan ifade eden sözlerle karşılanamaz. Cenab-ı Hak vefat eden tüm yakınlarımıza ve ehl-i iman tüm geçmişlerimize rahmet eylesin, geride kalanlara, sabr-ı cemil versin.
Yine Yunus Emre ile bağlayalım:
Hoştur bana senden gelen,
Ya hilat ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken,
Kahrın da hoş lütfûn da hoş.