Ben derdimi dost edindim kendime,
Bir dostumu bin yabana değişmem.
El çek tabip derman olma derdime,
Bir derdimi bin dermana değişmem.
A.Y.
İnsan ne kadar garip, karmaşık, muammalı bir yapıya sahiptir. Bir yüzünde sevinç, neşe, mutluluk ve muhabbet akarken, öbür yüzünde hüzün, dert, tasa kaynar durur. Bir yüzü ağlarken, bir yüzü güler. İnsanda bir çok zıtlıklar cem olmuştur. Hayırla şer, iyilikle kötülük, âcizlikle kudret, sevinçle keder, insanın hayatında hep var olmuştur. Bazen olur, insanın içine bir sevinç, bir huzur ve mutluluk dolar, bir bakarsınız yüzündeki sevinç gülleri solar, yerini bir keder ve karamsarlık kaplar. İnsan ruhunda bu zıtlıkların çarpışmasıyla, istidatlar inkişaf eder, insan kendisini geliştirir, önüne çıkan engelleri aşmak için yeni çareler üretir.
İnsanın içinde bulunduğu zıtlıkların birisi de, dertler ve zevklerdir. Bediüzzaman Hazretleri, “her şey zıddıyla bilinir” diyor. Hayatta acı keder olmasa, zevkin ve mutluluğun tadını almak mümkün olmazdı. Kötüler ve kötülükler olmasa, iyilerin ve iyiliklerin kıymeti bilinmezdi. Karanlık olmasa ışığın farkına varamazdık. Dertler de, hayattan zevk almamızı sağlayan, bizi hayata bağlayan birer vasıtadır. Ayrıca, bir derdi ve sıkıntısı olan, bir musibete maruz kalan insan, aczini anlar, Rabbine sığınır, daha sağlam bir imanla Allah’a teslim olur.
Hz. Mevlânâ, “Dert daima insana yol gösterir” der. Demek ki derdimiz aynı zamanda hayatımızın bir kılavuzudur. Atmacanın serçe kuşuna tasallutu serçenin istidatlarını inkişaf ettirdiği gibi, dertlerin tasallutu da insanın bağışıklığını ve dayanıklılığını arttırır. Yeni yollar bulmasına, yeni çareler üretmesine vesile olur. Ayrıca, insanın aczini idrak edip Rabbine teslimiyetini sağlar. “Kadere iman eden kederden kurtulur” kaidesince, dert ve keder, insanı kadere iman etmeye de teşvik eder. Niyazî-i Mısrî de, “Ey derde derman isteyen / Yetmez mi dert derman sana?” diyerek, derdin de aynı zamanda bir derman olduğunu ifade ediyor.
Dert insanı olgunlaştırır, hayata hazırlar, zorlukların üstesinden gelmesini sağlar. Bu dünya insan için zevk ve sefa yeri değildir. Dertsiz, tasasız, gamsız bir hayat, hayvanlarda ve bitkilerde olur. Dert, aynı zamanda yüksek bir gayeyi ve ulvî bir amacı ifade eder. İnsan gayesini dert edinirse, ona ulaşmak için gerekli her türlü zorluğa katlanır. Bunu yaparken de üşenmez, yüksünmez, şikâyetçi olmaz. Gayesini dert edinen insan, rahatı ve sefayı değil, çileyi ve cefayı tercih eder.
Derdin büyüğü, dünyevî değil, dinî dertlerdir. Büyük insanların hep büyük dertleri olmuştur. Ama hiç birisi derdinden şikayetçi olmamış, derdini bir musibet olarak görmemiştir. Dünyevî olarak en büyük dertlere düçar olan Üstad Hazretleri, bunları dert bile saymıyor. “Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler”1 diyor ve asıl derdin, insanın manevi hayatını tehlikeye atan dertler olduğunu ifade ediyor
Dipnotlar:
1- Lem’alar, 2. Lem’a 5. Nükte