Bugün aileden başlamak üzere, akrabalar, komşular, hemşehriler ve tüm milletin hayatında huzursuzluk, haset, husumet, anlaşmazlık, kargaşa ve şiddet almış başını gidiyor.
Sorsanız, herkesin kendine göre bir haklı savunması vardır. Halbuki, münazaralı bir olay karşısında, sana bana göre değil, İslâm’a ve Kur’ân’a göre kim haklı, ona bakmak lâzım. İnsanlığın örnek alacağı şahıs ise, “yaşayan Kur’ân” olan Resul-i Ekrem (asm) olmalıdır. O’nu (asm) rehber ve model olarak görüp, sünneti ile amel eden bir insanın çözemeyeceği problem, altından kalkamayacağı bir yük ve sabredemeyeceği musibet yoktur.
Cahiliye devrindeki Arap kavimleri bile, O’nun (asm) getirdiği dine inanmadıkları hâlde, kendilerine Allah Resülü’nü (asm) hakem tayin etmişlerdir. Doğruluğuna, dürüstlüğüne ve güzel ahlâkına her zaman saygı duymuşlardır.
Bizim önümüzde böyle bir model varken, huzursuzluğa, münakaşaya ve kavgaya yol açan en ufak bir meselemiz olmamak lâzım gelir. Adalette, ticarette, siyasette, eğitimde, ekonomide, sağlıkta, askerî alanda ve akla gelen her konuda O’nun (asm) sünneti bize yol gösterir, mutlu ve huzurlu bir hayat sağlar.
Her gün çeşitli problemlerle karşılaşıyoruz. Bazen ne yapacağımızı bilmiyoruz. Başkalarını rehber kabul ettiğimiz için yanlış kararlar alıp, maddî ve manevî zararlar görüyoruz. Gençlerin yanlış bir hareketini gördüğümüzde, zamane gençliği, edep hayâ bilmiyorlar diye sitem edip duruyoruz. Veya onlara iyi bir ders vermek için, azarlama ve şiddet yolunu seçiyoruz. Halbuki, “Böyle bir durumda Peygamber Efendimiz (asm) olsa ne yapardı?” diye düşünüp ona göre davransak, büyük ölçüde yanlış hareketleri düzeltebiliriz.
Komşularımızın bizi rahatsız eden bir davranışı karşısında, hiddete gelip şiddete baş vuracağımıza, “Böyle bir durumda Allah Resulü nasıl davranırdı?” diye düşünüp ona göre hareket etsek, hiçbir komşumuzla bir problem yaşamazdık.
Trafikte önümüze kıran, korna çalan sürücünün karşısına, beyzbol sopasını kapıp aşağıya ineceğimize, “Allah Resülü yolculuklarında arkadaşlarına nasıl davranırdı?” diye aklımızdan geçirsek, trafikte kanlı kavgalara rastlamazdık.
Hasta olduğumuzda, bir musibete maruz kaldığımızda, fakir düştüğümüzde veya zengin olduğumuzda, nasıl davranacağımızı bilemediğimiz durumlarda, yine O’nun (asm) sünnet-i seniyyesine başvurup, O (asm) olsa ne yapardı deyip ona göre hareket etsek, hiç bir sıkıntı karşısında ah vah çekip üzülmezdik.
Her konuda, ne zaman bir sıkıntıya düşsek, “O (asm) olsa ne yapardı?” dediğimizde, en güzel çareyi, en doğru davranışı bulabiliriz. Zira O (asm) kendi zamanında en vahşî ve birbirine düşman kavimleri, kısa bir zamanda öyle güzel ahlâkla donatmış ki, “medenî milletlere üstad eylemiş.” Kendisi aramızdan ayrılmış olsa da Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyyesi hiç değişmeden yaşamaktadır.
Onlara müracaat eden, her matlubunu bulur, her müşkülünü hâlleder.