Evvela, “Allah’tan korkmalı mı?” sualine bir cevap arayalım. Bazı gafil veya safdil insanlar var ki, “Allah’tan neden korkalım, Allah korkunç mu ki ondan korkalım, Allah korkuyu değil, sevgiyi hak ediyor” şeklinde, güya sureti haktan görünen sözler sarf ediyorlar.
Evet, Allah’tan korkmalı, hem de çok korkmalıyız. Zira, Allah’tan en çok korkan, “Habibim” dediği ve bu kâinatı onun yüzü suyu hürmetine yarattığı Resulu Ekrem Aleyhisselatü Vessalamdır. Peygamber Efendimiz: “Allah’ı en çok tanıyanınız, Allah’tan en çok korkanınızdır. Ben ise O’ndan en çok korkanınızım” buyurmuşlardır.
Ondan sonra Sahabe efendilerimiz Allah’tan en çok korkanlardır. Sonra mücedditler, müçtehitler veliler ve âlimlerdir gelir. Demek ki, Allah’tan en çok korkanlar, Allah’ı en iyi tanıyan, en çok seven, en çok ibadet eden marifetullah sahibi olanlardır.
Bediüzzaman da Allah’tan çok korkardı.
“Üstad daima ibadet ve münacaatla meşgul olurken, saatlerce diz üstüne otururdu. Böyle oturmaktan, ayağının parmağı yara olmuştu. Molla Resûl’e parmağını göstererek bir merhem sürmek istediğini söyledi. Bu esnada Molla Resûl ateş yakmakla meşguldü. Üstad’a cevaben: “Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursan ayağın yara olmayacaktı!..” dedi.
Üstad:“Molla Resûl! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya.”
Zübeyir Ağabey de Allah’tan çok korkardı.
-”Korkuyorum Üstadım, ahir zamanda imanımı kurtaramamaktan korkuyorum!
-Bediüzzaman: Korkma Zübeyir, titre..!
Hal böyleyken, bizim gibi sıradan insanlar neye güvenerek Allah’tan gereği gibi korkmuyoruz?
Bizim gibi gafiller, yukarıda zikrettiğimiz peygamberlerden, sahabelerden, âlimlerden ve diğer Allah dostlarından daha mı cesuruz ki, Allah’tan gereği gibi korkmuyoruz . Kaldı ki, cesaretin menbaı dahi imandır. İmanı en kavi insanlar, Allah’tan en çok korkanlar olduğu için, en cesur insanlardır.
Peygamber Efendimiz (asm) Allah’tan korkmada en başta olduğu gibi, cesarette de en öndeydi. Abdullâh bin Ömer (r.a.); “Resûlullah Efendimiz’den daha sehâvetli, daha necdetli, daha şecâatli bir kimse görmedim!” demiştir. Allah’ın Aslanı olarak bilinen Hz. Ali (r.a.) da, Resulullah’ın cesareti konusunda şöyle demiştir: ““Biz, en zor ve korkulu zamanlarda O’nun arkasına sığınırdık...”
Asrımızda bir Asr-ı Saadet Müslümanı olan Bediüzzaman Hazretleri de, Allah’tan en çok korkan birisi olduğu halde, cesarette de sahabeler kadar öndeydi. En dehşetli devirlerde iman hizmeti yaparken, korku nedir aklından geçmezdi. Doğuda gönüllü Alay komutanı olarak Ermeni ve Ruslara karşı savaşırken, at üstünde düşman güllelerine karşı sipere girmeye tenezzül etmeden çarpışıyordu. Devrin en zalim mahkemelerinde en dehşetli şahıslarına karşı yaptığı savunmalar, cesaretinin zirvede olduğunu göstermiştir. Demek ki, Allah korkusu ne kadar fazla ise, secaaat ve sesarett de o kadar yüksek oluyor.
Allah’tan korkmalıyız fakat, karanlıktan korktuğumuz, yükseklikten korktuğumuz, dünyalık bir şeyimizi kaybetmekten korktuğumuz gibi değil. Allah’ın rahmetinden uzak kalmak korkusu kalbimizi titretmeli. Kabrin, mahşerin, sıratın dehşetini düşündüğümüz zaman uykularımız kaçmalı. Ebedi saadeti kaybetmek korkusu bütün benliğimizi sarmalı. Allah’ın emirlerine muhalefet etmekten ödümüz patlamalı.
Allah’tan öyle korkmalıyız ki, başka korkular kalbimizde yer almasın, başka hiç bir şey bizi korkutmasın.