Her fırsatta ‘yakın/uzak tarihimizi bilmediğimizi’ ifade etmeye çalışıyoruz. ‘Tarihimizi bilmiyoruz’dan ziyade, ‘bildirilmiyor/gerçekler gizleniyor’ da diyebiliriz. Bu tesbitlere katılmayıp, ‘hiçbir şey gizlenmiyor/her şey yazılıp çiziliyor’ diyenler de var elbette. Ama ‘canlı tarih’lerin şahitliklerini duyunca ‘resmî’ ve ‘resmî olmayan’ iki ayrı tarih olduğunu idrak ediyoruz.
Gazeteci yazar (belgeselci) Can Dündar’ın, anneannesinin vefatı sebebiyle yazdığı yazıyı okuyunca bu gerçekleri bir defa daha hatırlamış olduk. 90 yaşında vefat eden ‘Kevser Nine’nin hayatı ve yaşadıkları, Dündar’ın da ifadesiyle ‘bu toprağın kolektif tarihi’ne işaret ediyor.
İşte Dündar’ın aktarmasıyla Kevser Nine’den ‘Türkiye gerçekleri’:
“Babam Gülbaba’da yatardı. Orası türbeydi, etraf hep mezarlık... Tekkede haftada bir zikir ederler, hu çekip kendilerini yerden yere vururlardı. Ben halamla gider onlara bakardım. Bir gün ‘Türbeler, tekkeler kalkacak’ diye emir vermişler. Bütün makineler geldi, mezarları dümdüz taradılar. Herkes mezarını alıp başka yere götürüyordu. Ben de babamın mezarını almak istedim. Müftü ‘Hiç elleme, mezarın kaybı daha iyidir’ dedi. Oraları hep tarayıp hamam, park yaptılar. Sonra millete metreyle sattılar, her yer bina oldu. Tekke de kalktı, zikir evlerde devam etti.” (Milliyet Pazar eki, 22 Ocak 2006)
“Tek parti devri”ni anlatan bir hatıra da şöyle: “Bir gün tellal dolaşıp ‘Jandarma gelecek, feslerinizi toplayacak’ diye duyuru yapmış. Herkes başındaki püsküllü fesi çıkarıp koltuğunun, ceketinin altına saklamış. Sonra jandarma gelmiş, ‘Şapka çıkacak, artık bunu giymek yasak’ diye köylülerin başındaki fesleri yırtıp yere çalmış. O günlerde zengin komşuları Hamdi Ağa, Çubuk’a siyah bir ‘foter’ getirmiş. Evde ortaya koymuş. Bütün Çubuklular eve doluşup şapkayı incelemiş. Bir kısmı ‘Gâvurun kalpağı geldi, gayrı bu memlekette geçim olmaz’ diye ağlamış... Sonra herkes şapka giymeye başlamış.”
Can Dündar, anneannesinin anlattıklarını zamanında kaydetmiş. “Şimdi o bantları izlerken fark ediyorum ki, onun kişisel öyküsünde (hepimizinki gibi) bu toprakların kolektif tarihi yatıyor” diyor haklı olarak.
Dündar’ın “Gün boyu 50’lik tespih çeker, (99’luk olmasın?/FÇ) tanıdığı tanımadığı herkese duâ ederdi” diye tanıttığı Kevser Nine, ‘görücü usulüyle’ evlenmiş. Nişanlandığı kişi, (Dündar’ın dedesi) çarşıdan “resimci” getirip “fotoğraf aldırmak” istemiş, ama Kevser (nine) çekime “Arap gibi kapkara” gelmiş, yüzünü açmayı reddetmiş vs.
Çizilen ‘portre’ sadece ‘Kevser Nine’yi mi anlatıyor, yoksa—genel hatlarıyla—Türkiye’deki milyonları mı? Türbelerin, tekkelerin dozerlerle yerle bir edilmesiyle ilgili ‘resmî tarih’te tek bir satır okuyabilir miyiz? Ya jandarma baskınlarıyla ilgili gerçekler, okullarda okutulan ‘ders kitapları’nda yer alır mı? Almaz ama ‘Kevser Nine’nin de şahit olduğu gibi böyle hadiseler hemen her yerde yüzlerce, binlerce defa yaşanmıştır. Biz de—muhtemelen siz de—büyüklerimizden bu ve benzeri hatıraları dinleyerek büyüdük. Nedense ‘resmî tarih’te bu gerçekleri görmek/duymak mümkün değil.
Peki, şapka giyilmesiyle ilgili ‘baskı’ların sebep olduğu ‘travma’yı görmezden gelebilir miyiz? Vatandaşa, “Gâvurun kalpağı geldi, gayrı bu memlekette geçim olmaz” dedirten uygulamalar neydi? Gençlerimizin bunları bilmeye hakları yok mu? Varsa, nereden ve kimden öğrenecekler? Bunun için, yazarların vefat eden ‘nine’lerini mi beklememiz gerekecek?
Bu vesileyle Dündar’a başsağlığı ve sabırlar dilerken, gerçekleri dile getiren ‘tesettürlü Kevser Nine’mize de Allah’tan rahmet diliyoruz.
26.01.2006
E-Posta:
[email protected]
|